YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

14 Şubat, 2022

SİZE RAĞMEN YAŞADIM XIII (ÇELENLERİN ALTINDA PİYANO ÇALMAK)

 


 

Elbette sadece babaannemin yaşantısı değildi o yıllarda zor olan; bütün bir ulus, var olma mücadelesinden geçiyordu. Anadolu kadınlarının büyük bölümünün kaderi; tek başlarına kalmaları ve bu süreçte her şartta başlarını dik tutma zorunluluğunda olmalarıydı. 

Babaannem, ev işleri yaparak kendi geçimini sağlamış ve bu süreçte bir de evlat yetiştirerek üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirmiştir. Savaşın ve yokluğun hüküm sürdüğü yıllarda diğer tüm Türk kadınları gibi asla başlarını öne eğmemişler her şartta dik durmasını bilmişler ve bu duruş sayesindedir ki cephedeki askerin de morali yükselmiş ve bir ulus yeniden var olmuştur.

Babaannemin babasının Karkınlı olduğu şeklinde bir bilgi, Mehdi Halıcı’nın “Konya Sazı ve Türküleri” isimli kitabında, babamın verdiği bir söyleşide geçiyor ama ben babamdan böyle bir bilgiyi hiç duymadım. Sadece bir sohbetimiz esnasında teyzesinin Karkın’a gelin gittiğini söylemişti. Ayrıca dedem Hakkı Efendi’nin akrabaları arasında kardeşi Mehmet Efendi’nin iyi bağlama çaldığını ayrıca ismi sıkça geçen “Ispartalının Veli Ağa” isminde bir akrabamızın da lakabından hareketle kökenimizin Yörüklere dayanma olasılığı olduğunu ara sıra babamla konuşurduk. Savaşların ve yıkımların getirdiği hengamede çok şeyin yitirildiğini göz önüne alırsak, bu hafıza kopukluğunu normal karşılayabiliriz.

Babaannem, uzun yıllar dul kaldıktan sonra teyzesinin oğluyla evlenmiş. Babaannemle evli kaldığı süre içerisinde Yusuf Ağa, babama iyi davranmış. Yusuf Ağa, o yılların Konya’sında pek çok Konyalı erkek gibi Konya oturaklarının müdavimleri arasındadır. Hatta bir gün evde oturak düzenleneceği zaman babam, Yusuf Ağa’ya yalvardığını ve bunun neticesi olarak yüklükte* saklanmışlar, sabaha kadar teyzesinin oğlu Mehmet Mıngır ile birlikte sessizce durarak yüklüğün kapısındaki bir delikten oturağı izlediklerini anlatmıştı.

Mehmet Mıngır çok sessiz efendi bir adamdı, bir ayağı aksıyordu. Resmi bir kurumda marangoz olarak çalışıyordu. Ömrünü Akbaş Mahallesi’nde tamamladı o da… sonra Natike teyze vardı benim hatırladığım, duldu yemeğe çok düşkündü. “Koca boğazlı Natike” diye isim takmışlardı. Karapınar yağı, sucuk, pastırma, kavurma mutfağından eksik olmazdı. Kiracısı vardı, İmpala taksisiyle şoförlük yapıyordu. Kiracısına, kaydı hayat şartıyla evini bağışlamıştı Natike teyze… Akrabamız olduğunu söylerdi babam ama neyimiz olduğunu şimdi hatırlayamıyorum. Mest lastikli, şalvarlı, çemberli bir Konya kadınıydı, rahmet olsun…

Bir de komşular vardı… Yan sokakta bir Hoca vardı ak sakallı bir piri fani ama ismini hatırlayamıyorum herkes çok hürmet ederdi. Evleri yol geçince yıkıldı ve böylece babaannemin evi uzun yıllar sonra ana caddeye cephe olmuştu. (Furkan Dede Caddesi) Babaannemin bir başka komşusu vardı “Uzun Havva” derlerdi ki gerçekten uzundu… Sanırım Konya’nın eski Romanlarından kalan bir aileye mensuptu. Akbaş Mahallesi kimliklerin bir arada dostça yaşadığı bir mahalle olarak sadece hafızalarımızda kaldı. Yitip giden pek çok şey gibi o da zamana yenildi. Kimi yerinden yol geçti, yıkıldı kimi evler ranta kurban oldu. En son babaannemin evinin yan tarafındaki köşe bina yıkıldı… Ara sıra onu görüp hatıraların sisine gömülüyordum şimdi o da yok artık…  

Babaannemin teyzesinin oğluyla yaptığı bu evlilik uzun sürmez, babaannem eski tabirle huyludur, asabidir, biraz da başı boydaktır**… Kendi hayatını kendi kazanabildiği için erkeğe çok da minneti yoktur, Konya tabiriyle “eline ıççak (sıcak) sahan”*** değmiştir… Koca kahrı çekmez, ayrılırlar…

Babaannemin annesi “Hamamcı” lakabıyla bilinen, o yılların belki de ilk iş kadınlarından Rahime Abla’dır ve oldukça zengin olduğu söylenir ama nedense kızına çok da yardım etmemiştir. Babaannemin minneti de yoktur esasen; o kendi başının çaresine bakmayı çoktan öğrenmiştir.

Akbaş Mahallesi’ndeki evi üç dört parçalıdır ve özellikle Romanlar oturmaktadır. Onlardan aldığı kira gelirlerinin yanı sıra kendisi de çalışarak hayatını sürdürür.

Benim çocukluk hatıralarımın arasında önemli bir yer tutan o ev, hurdacı dükkânı gibiydi, ne ararsanız bulabilirdiniz. Babaannem son dönemlerinde ne bulursa evde biriktirmeye başlamış; tenekeler, kağıtlar, kartonlar, demir parçaları vs. … Hatta babamın bandodaki görevi nedeniyle yanında taşıyamadığı ve belki de Konya’nın ilk piyanosunun son parçaları bile vardı.

“Evin içinde bu kamyon n’arar ki” deyip çelenlerin altına koymuş… Çeleni bilirsiniz değil mi? Hani kerpiç bahçe duvarının üzerine, çalıların çamurla yatırılıp kiremit yerine kullanılması…

Yemek götürdüğüm zaman gördüğüm; evin içi, dışı hep bu haldeydi ancak oturabileceği bir yer vardı odanın içinde. Bohçalardan, örtülerden adım atamazdınız, ne vardı ki o bohçaların içinde? Bunu çok sonraları öğrenecektim…

Babaannemin üzerine güneşin doğmadığını söylerdi babam, gerçekten çok çalışkan bir kadındı, boş oturduğunu hiç görmedim, hiçbir şey yapamazsa idarenin solgun ışığında iğne oyaları yapardı. Muhtemelen onları da satıp nafakasını çıkarıyordu. Evde elektrik vardı ama babaannem gaz lambası veya idare yakardı, eski alışkanlık olmalı…

Bazen yorgunluktan namazda uyuyakaldığını görürdüm, hem de ağzında şekerle… Akide şekeriyle namaz kılmasına bir türlü akıl erdiremezdim. Arada bir uyusa da uyanınca kaldığı yerden namaza devam ederdi.

O insanların hayata bakışları gibi dinî konulara da bakışları oldukça farklıydı; dinin katı kuralları yerine sevgi, saygı, hoşgörü ve anlayış doluydu. Kendilerince bir yorum getirmişlerdi.

Onların dini yaşayan bir dindi; hayatın içinde doğan, büyüyen, gelişen canlı bir varlık gibiydi. Sevgi dolu bir yaratıcı tahayyülleri olmalıydı ki namaz kılarken akide şekeri bile yemesine engel değildi.

Belki de ibadet ederken, yarına bırakılmayan, peşin alınan bir ödül gibiydi; akide şekeri babaannem için… 

TAHİR SAKMAN






* Eski Konya evlerinde ayrı bir banyo yoktu. Bunun yerine çok işlevsel olan; gündüzleri yatak, yorgan vs.’lerin konulduğu gömme dolap, alt tarafının kapağı açılarak banyo gibi de kullanılmaktadır. Bu aynı zamanda banyo yapıldığında kimsenin haberinin olmamasını da sağlar. Dönemin anlayışına göre büyüklere karşı ayıp veya saygısızlık sayıldığından evli çiftlerin banyo yapmasının duyulmasının da önüne geçmiş olur. Önceleri gazocağında sonraları ise piknik tüpleriyle ibrikte ısıtılan su, kış günlerinde ise sobanın üzerinde ısıtılarak kullanılmıştır. Eski Konyalılar iyi bilirler ki bir ibrik suyla gusül abdesti almak bir hayli iktisatlı olmayı gerektirir.

** Özgür ruhlu.

*** Kendi ekmeğini kazanabilen anlamında bir Konya deyimi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.