YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

02 Şubat, 2022

SİZE RAĞMEN YAŞADIM XI (SÜPÜRGENİN GAVUR TARAFI)

 


 

Bir çocuk için bu hayatta en önemli şeyin oyun olduğunu söylememe gerek var mıdır bilmem ama benim en güzel günlerim; Selimiye (şimdilerde Sahibata olmuş) Mahallesi Çaldıran Sokak’taki oyun oynadığım günlerimdi…

Şimdiki çocuklar, sokaklarda oyun oynayamadan büyüyorlar. Ne gazoz kapağına çamur doldurup oynuyorlar ne billa (bilye)… “Ütülmek” ne, onu da bilmiyorlar. Hayvanların ayak kemiğinden çıkarılan “aşık” kemiği oynamadık ama bizden birkaç önceki nesil hatta bırakın çocukları kocaman kocaman adamlar oynarmış. Birdir bir, uzun eşek, ince minare, yedi kiremit, çelik çomak, saklambaç, ebelemece oyunlarının yerini çeşitli bilgisayar oyunları almış… ağaçlara bile tırmanamıyorlar, bir tek uçurtma kaldı o günlerden, onu da arabası olanların dağ başlarına gidip uçurttuğu ki çocuklardan daha çok babalarının bir nostalji yaşamak adına gittikleri…

Biz çocuklar, oyunlarımızda kimseyi öldürmezdik; oyunlarımız bile doğaldı, yaşam üzerineydi … şimdi çocuklar sanal ortamda, online oyunlarda vurdulu kırdılı oyunların içinde büyüyorlar!

Ne hayal güçlerini çalıştırabiliyorlar ne bedenlerini… Hamburger ve patates, oyunların yanına garnitür… Oysa bizim ekmek üzerine sürülmüş kekikli, hafif acılı kırmızı biberli veya tuzlu yoğurtlarımız vardı….  Kavurmalar çömlekten kazılır ekmek arası yapılırdı. Tandır ekmeğinin üzerine sürülmüş sade yağını da eklemeliyim.

Acıktığımız zaman ki çoğu zaman oyunun keyfinden ertelerdik ama annelerimiz ellerine ekmeklerle çıkar gelirdi. Hemen oyuna ara verip hep birlikte paylaşır yerdik.

Evdeki bayat ekmekleri fırına götürüp kızarttırırdım. Ne çok severdim o ekmekleri. Kış günleri sobanın üzerindekileri de unutmamak lazım öyle şimdiki gibi ekmek kızartma makineleri yoktu… Patateslerimiz kuzineden…

O yıllarda hiçbir şeyin genetiği oynanmamıştı, her şey doğaldı hatta Amerikan yardımı süttozları bile yoktu henüz. Çok sonraları okullarda süttozları kaynatılıp yanında bir çörekle verilirdi, ben o yıllarda Hakimiyeti Milliye İlkokulu’ndaydım.

Gerek var mıydı Amerikan süttozuna? Anadolu gibi bereketli/bakir bir coğrafyanın içinde yaşarken, Amerika’nın Vietnam artıklarını bizim çocuklara yedirmek neyin nesiydi?  Bizim evlerimizde sarıkızların doğal sütü vardı… Ya peynirleri? Annem peynirleri, içi sırlı toprak çömleklerin içine tuzlu suyla doldururdu. Bazen evde kendim süt alıp yapıyorum ama o lezzeti yakalamak ne mümkün? Süt makinesinde süt çekilirken ekmeğimi tutardım, kaymak akan tarafına…O lezzetler de tarih oldu artık.

Tabii komşularımızın büyük çoğunluğunun Roman olması nedeniyle olsa gerek en çok da assolistçilik oynardık… İstanbul süpürgesi… şimdiki nesil İstanbul süpürgesini de bilmez; eskiden iki çeşit süpürge vardı elektrikli süpürgelerden önce hatta gırgır bile yoktu… Gırgır’ı da bilmiyorsanız annenize sorun, onu da o anlatsın!

Çalı süpürgesi vardı ki onlar daha çok evlerin hayadını veya kaba çöpleri süpürmekte kullanılırdı ki bu, çalılardan evde yapılırdı. İstanbul süpürgesi ise çarşıdan satın alınırdı ve ev içi temizlikte kullanılırdı. Üzerine biraz su serpilir öyle süpürülürdü ki toz kalkmasın… İstanbul süpürgesi denmesinin nedeni çarşıdan satın alınması olmalı. Funda bitkisi veya süpürge otu da denilen bitki birtakım işlemlerden geçirildikten sonra birleştirilmesi ve şekil verilmesiyle elde edilmektedir.

Bu süpürgenin bir de gavur tarafı vardır ki… annelerin terliği gibi çok meşhurdur ve tadını yiyenler bilir… Çok şükür; biz ikisinin de tadını çok iyi bilen bir nesildeniz!

Bu süpürgenin işlevi saymakla bitmez; bize saz görevi de görürdü… birimiz süpürge çalarken bir diğerimiz ibrik çalardı veya evden aşırabilirsek eğer gerçek bir darbuka… evdeki darbukalar, o yıllarda ucuz olsun diye gövdesi toprak olanlardan alınırdı. Bu darbukalar tabii ki profesyonel kullanımlar için değildi daha çok hanımların kendi aralarındaki eğlenceler içindi. Orkestrayı elimdeki ütü kordonundan yaptığım mikrofonla bendeniz tamamlardı. Ben hep assolisttim… 

Ne çok eğlenirdik… aramızda göbek atmaya çalışanların da olduğunu söylememe gerek var mı?

Şimdi düşünüyorum da Muhacir Pazarı yıllarımda ne çok anı biriktirmişim ne kadar çok renkli bir çocukluk yaşamışım. O renkli günler, çocukluğumun hayal meyal sisli günleri arasında sanki yeniden çıkıverip, gelecekmiş gibi duruyor. 

Sanki bir el, beni, bu gittikçe yabancılaşan bu şehirden çekip alıp o günlere, Muhacir Pazarı’ndaki çocukluğuma geri götürüverecek gibi duruyor…

Biliyorum; o el asla gelmeyecek ama gelen bir şey var ki…

Geçen gün gittim; Çaldıran Sokak artık benim oynadığım sokak değildi ne köşedeki tarihi konak kalmış ne herkesin su doldurduğu çeşme… Bu haliyle fotoğrafını çekmek istemedim; istedim ki anılarımın Çaldıran Sokağı olarak kalsın, bu benim sokağım değildi…

Çocukluğumdan arta kalan sesler sadece anılarımın en gizli yerini süslüyormuş meğer… sesimizin asıldığı hiçbir şey kalmamış… geriye; “iyi ki o çocuk zamanlarını yaşamışız” demek kalıyor, eski bir şarkının süpürge hayallerinde…

TAHİR SAKMAN




 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.