29 Kasım, 2025
MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 45 EMİRDAĞI BİRBİRİNE ULALI (2. KAYIT)
MAZHAR
SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 43 EMİRDAĞI BİRBİRİNE ULALI (2. KAYIT)
Mazhar Sakman-Emirdağı Birbirine Ulalı
27 Kasım, 2025
ŞİİRDEN HAYATLAR
ŞİİRDEN
HAYATLAR
Ne
çok yitirdiğimizin çoğu kez farkına bile varamıyoruz…
Belki
de günün ekonomik koşulları bizleri bencilce hareket etmeye zorluyor… ama ne
olursa olsun yapılan hizmetin, iyiliğin, sevginin mutlaka bir karşılığı oluyor;
tıpkı, dayım Mehmet Ali Renkligündoğdu’nun Hocası Mustafa Tanrıkul’a yazdığı bu
şiir gibi bir vefa borcu olarak uzun yıllara meydan okurcasına…
Mustafa
Tanrıkul Hocam, şehrimizin saygın öğretmenleri arasındaki yerini uzun yıllar
muhafaza ederek ismini tarihe yazdıran öğretmenlerimizden… 28 Mart 2011
tarihinde 95 yaşında aramızdan ayrılmadan önce şehirde önemli izler bırakan bir
eğitimci…
Eskiden
Konya’da DDY’nin çırak okulu vardı, ilkokuldan sonra orta ve lise ayarındaydı.
Benim iki dayım da (Ali ve Mehmet Ali Renkligündoğdu) o okuldan mezundur. M.
Ali dayım müziğe çok meraklı ve bir o kadar da yetenekli bir insandı. Küçükken
önce yağ tenekesine teller takarak kendince bir saz yapmış sonra uzun
ağlamalardan sonra merhum anneannem tarafından kendisine bir cura alınmıştır.
M.
Ali dayım kendi kendine çalmayı öğrenmiş, kendini geliştirmiş ve şehrin nezih
gazinolarında; Torrans’ta, Meram’da, Dedebahçe’de uzun uzun yıllar çalmıştır.
Bağlamasıyla ve yanık sesiyle dönemin Konya’sında iz bırakmıştır. Âşık Salihi
ve Ahmet Özdemir sahne arkadaşıdır.
Dayım,
Meram’da şimdi Kafem olan yerde çaldığı dönemlerde, biz o zaman Muhacir Pazarı’nda
oturuyorduk, 1960’lı yıllar… Dayım rujlu mendilleri anneme getirirdi yıkanması
için… O yıllarda buna çok anlam veremezdim!..
Konya’da,
müzisyenler arasında adettir; Hacca gidilir, tövbe edilir ve bir daha saz, söz
meclislerinden uzak durulur… Dayım da emekli olduktan sonra Hacca gitmiş ve
tövbe etmişti, hatta daha da ileri giderek ne kadar ses kaydı varsa yok
etmiştir, ne yazık ki…
En
son bende bir kaseti vardı, onu vermedim, ama şimdi bulamıyorum, bir gün
bulursam mutlaka dijital ortama aktarıp yayımlayacağım, müthiş bir sesi ve
tezenesi vardı, rahmet olsun…
Dayım
çıraklık okulunda okuduğu dönemlerde Hocası ve aynı zamanda okul müdürü olan merhum
Mustafa Tanrıkul’a bir şiir yazarak duygularını paylaşmış. Hoca’nın emekli
olması üzerine 1978 yılında yazıldığını anladığımız bu şiiri, Hoca’nın oğlu, Muzaffer
Tanrıkul saklamış. Dayımdan el yazısıyla hatıra kalan şiirden anladığımız
kadarıyla Hoca öyle bir seviliyormuş ki “babamız sönük kalır” gibi ifadeler
sevginin derecesini anlatıyor.
Muzaffer
Bey’in anlattığına göre, Hoca da dayımı çok severmiş hatta 1968 yılında merhum
Tanrıkul’un kızının Konya Subay Orduevi’nde yapılan düğününde çalıp söylemiş.
Söz
elbette uçar ya yazı ya şiir ya sanat; onlar yüzyıllara, binyıllara emanet…
Bir
şiir bazen… bazen değil her zaman şiirdir ve yaşamın bir kesitini anlatırken aslında
anlattığı hayatlardır…
Onlar,
şiir gibi insanlardı; hayatları da şiirdi zaten…
TAHİR
SAKMAN
26 Kasım, 2025
MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 44 AMAN ALLAH GURBET ELDE ALMA CANIMI (UZUN HAVA)
MAZHAR
SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 44 AMAN ALLAH GURBET ELDE ALMA CANIMI (UZUN HAVA)
Konya
oturaklarında okunan türkülerin çok büyük bölümü kırık havadır. Yöremizde uzun
hava bir elin parmaklarını geçmez.
Bu
durum Konya oturaklarında okunan türkülerin hareketli yapısının olduğu kadar
şehirdeki sosyal hayatın da bir gereği gibidir sanki… Şehir insanlarının ova
kültürünün etkisiyle daha rahat bir yaşam sürmesi ve gurbet denilen olgunun çok
yaşanmamasını buna sebep olarak göstermek mümkündür.
Şehrin
asırlardır bozulmayan yapısı, çok yakın tarihimize kadar göç almaması ve daha
konforlu bir hayat sürmesi bu durumu yaratmıştır.
AMAN
ALLAH GURBET ELDE ALMA CANIMI (UZUN HAVA)
Aman Allah gurbet elde alma canımı
Duyar düşmanlarım şaduman olur
Yıkıp viran eyleme hanümanımı
Ufacık yavrularım perişan olur
Aman gardaşlarım bu dert de benim ile verdi el
ele
Çok çalıştım konamadım bir dala
Giydirdim kuşattım verdim tellala
Satılmadı geldi dert bana bana
Mazhar
Sakman, 12 telliyle bu uzun havayı ruhunu katarak okuyor…
TAHİR
SAKMAN
25 Kasım, 2025
KONYA FİLARMONİ ORKESTRASI (!)
KONYA FİLARMONİ ORKESTRASI (!)
An itibariyle TRT MÜZİK'te Muhammed Yıldırar'ın hazırladığı Virtüozite programında Denizli Filarmoni Orkestrası'nı izliyorum...
Müzik öğretmenleri kendi çabalarıyla kurmuş Mozart'tan sonra İzmir'in Kavakları'nı izlemek oldukça keyifli...
Asırlara dayanan köklü bir müzik geleneği olan şehrimizde böyle bir orkestra neden yok?
TAHİR SAKMAN
BİR AVUÇ MAMA BİR DÜNYA MUTLULUKTUR
BİR
AVUÇ MAMA BİR DÜNYA MUTLULUKTUR
Güne
Şefikcan Parkı’nda başlıyorum…
Sabah
erken saatlerde Konya henüz uyanmaya başlarken, egzoz dumanları sarmamışken
şehri… Biraz oksijen, bol sağlık ve bir avuç mırıltıyla gelen mutluluk ve yaşam
enerjisi…
Önce
apartmanın bahçesini yurt edinen pati canlar… Süslü; en küçükleri, annesini
fazla emememiş olmalı ki mini minnacık öyle sevimli ki anlatamam… sonra baskın
olan var adını uyanık koydum… anneleri ise tam bir tekir ve çoktan kahraman
ismini hak ediyor; bir başına yavrularını kimseye eyvallah demeden büyütüyor…
Önce onları besliyorum, kahraman önce yavrularının yemesini bekliyor… onları
beslememe izin verdikleri için teşekkürlerimi sunuyorum pati canlara…
O
mutluluğu tarif edemem… onların mırıltıları, yok görmelisiniz…
Sonra
parktaki kediler var… Şımarık var bir tane ki gerçekten şımarık, önüne gelene
pati atıyor, bir yüz bulsa tepenize çıkar ona göre… paçanıza sarılır, önünüzü
keser size yol vermemek için adeta direnir. Simsiyah… elimden mamayı kaparak
alır ve mırıltısı şehre doğru bir mutluluk ezgisi gibi yayılır…
Efe
var bir de… onu yürüyüşünden tanırsınız; gerçekten efevari bir yürüyüşü vardır
sanki bu park benim der gibidir… Kimseye minneti yoktur ama mama verirseniz
size teşekkür eden gözlerle bakacaktır.
Birkaç
kedi daha var ama onlara isim koymadım henüz… Cebimde taşıdığım mamaları birer
avuç vermenin mutluluğuyla güne enerjik başlıyorum ve yaşama sevincim zirveye
ulaşıyor. Dünya anlık da olsa güzelleşiyor...
Sizlere
de tavsiye ederim: Bir avuç mama, bir dünya mutluluk demektir…
Yaşadığınız
sokakta, sokakta yaşamayı seçen hayvanlar insanlardan kaçmıyorsa, o çevrenin
yaşanabilir bir yer olduğundan emin olabilirsiniz…
TAHİR
SAKMAN
24 Kasım, 2025
MÜZİKAL BİR DİRENİŞTİR VEDAT SAKMAN
MÜZİKAL
BİR DİRENİŞTİR VEDAT SAKMAN
Vedat
Sakman hayranları bilirler ki onun imzasını taşıyan şarkıların künyesinde söz
veya güfte yazmaz, şiir yazar… Bu ayrıntı aslında bir mesajdır:
Şiire
verdiği değerdir Sakman’ın…
Sevgiden,
barıştan ve dostluktan kurduğu dünyasında, şiirin ait olduğu yeri her zaman
üstte görerek sanatların anasına gösterdiği bir saygının ifadesidir…
Ona
“şehir ozanı” unvanı yakıştırılırken şiire verdiği değerden dolayı bunu
çoktan hak ediyor.
İmzasını
attığı yüzlerce şarkıya kaynaklık eden o güzel şiirlerden birkaçı şimdi “birkaç
şiir” ismiyle yayımlandı. Şarkıdan önce şiirin olduğunu sanki bize hatırlatır
gibi bir kitapla karşımıza çıkarken, usta sanatçı Sakman’ın kitap tanıtımını
elbette İstanbullu sanatseverler kaçırmayacaktır.
Abim
Vedat Sakman, müzik hayatının en başından itibaren daima seviyeyi ve mesajı ön
plana çıkarırken, kalitesini de müziğine yansıtmayı başaran sanatçılarımızdan
bir tanesidir.
İyi
ki bu dünyada hassaten ülkemizde onun gibi müzisyenler var… O ilerleyen yaşına
rağmen ulu bir çınar misali elinde gitarı şarkısını söylemeye devam ederken,
biz Sakman ailesi olarak onunla gurur duymaya devam edeceğiz…
Bizimki
sanatsal, müzikal bir direniştir; çağın yanlışlarına…
TAHİR
SAKMAN
BAŞÖĞRETMENİMİZ ATATÜRK’TÜR
BAŞÖĞRETMENİMİZ
ATATÜRK’TÜR
“Canım
annem canım babam, beni böylesine güzel yetiştirip vatana, millete güzel
insanlar katmama aracı olduğunuz için çok teşekkür ederim. Bana gelen çiçekler
size geldi aslında. Bu gurur sizin…”
Bu
sabah öğretmen kızımdan gelen mesajdı bu… 4 kız babası olarak göğsüm bir kez
daha gururla kabardı; onları vatana, millete yüce önderimiz Gazi Mustafa Kemal
Atatürk’ün gösterdiği yolda yetiştirmenin gururuydu bu…
Aslında
bu gururun asıl sahibi, bize özgür bir vatan emanet eden Atatürk ve silah
arkadaşlarınındır. Onlar ki savaş meydanlarında canlarını siper ederek bizim
gelecek asırlara Türk damgasını vurmamız için çalışmışlardır. Asıl savaşın cehaletle
olduğunun bilincinde olarak, bir dizi devrimler gerçekleştirmişler ve bunlar
arasında en önemlilerinden biri olan harf devrimini gerçekleştirerek Türk Ulusunun
en büyük savaşlarından birini kazanmasına vesile olmuşlardır.
Bizim
tek önderimiz vardır; o da Atatürk’tür… Atatürk her konuda öncü olduğu gibi
harf devriminde de elinde tebeşirle tahta başına geçmiş, ömrünü adadığı milletine
yeni alfabemizi bizzat öğretmiştir ki bu ona başöğretmen sıfatını
kazandırmıştır.
Önderimiz
Atatürk’e "Millet Mektepleri Başöğretmenliği" unvanını, Dönemin
Bakanlar Kurulu, 11 Kasım 1928’de
yaptığı toplantıda vermiş ve bu unvan, 24 Kasım’da Millet Mektepleri
Talimatnamesi'nin yayınlanması ile resmileşmiştir.
Atatürk,
bizim ebedi başöğretmenimizdir… Başta Atatürk olmak üzere tüm öğretmenlerimize
minnet borcumuz vardır.
Bu
vesileyle başta Gazi Kemal Atatürk olmak üzere öğretmen kızımın şahsında tüm
öğretmenlerimizin ellerinden öperim…
TAHİR
SAKMAN
23 Kasım, 2025
MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 43 EMİRDAĞI BİRBİRİNE ULALI
MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 43 EMİRDAĞI BİRBİRİNE ULALI
Konya oturaklarında çalıp söylenen bu duygu dolu türküyü Mazhar Sakman 12 telliyle çalıp söylerken kendisine Udi Cenap Kendi ile Kanuni Kazım Büyükşalvarcı eşlik ediyor.
TAHİR SAKMAN
21 Kasım, 2025
SON İSYAN
SON
İSYAN
Bir
süredir sağlık nedeniyle yazmıyorum… belki de bu bir bahaneydi; “hayatı yazarak
yaşamak yerine sadece yaşamanın derin hazzını duymak için…” Olabilir mi?
Herkes
bir şekilde yaşıyor… Peki, kanıtınız nedir?
Malınız
mülkünüz mü, paranız pulunuz mu? Hepsinin geçici olduğunu hep söylememize
rağmen sağlığımızı riske ederek; tüm yaşantımızı bunlar üzerine kuran bizler
değil miyiz? Ölüp gittikten sonra malın mülkün, paranın pulun bir önemi kalacak
mı?
Hepimizin
elbette bir sonu var… belki de ömrünü yazmak üzerine kurmuş bizler gibi
“enteresan insanların…” yaşamak varken yaşamayı bile bazen ıskalayarak yazmanın
mantığı…
Merhum
Seyit abi… bendenizi en iyi çözen tahlil eden insanların en başında gelirdi.
Bir yazısında “şiiri yaşayan adam” demişti benim için… ama ne güzeldir şiiri
yaşamak… ama hayatın şiirini ruhunda hissederek, duyarak…
Yaşadığınız
sürece hayattasınızdır, ya öldükten sonra? Ne kadar hayatta kalabilirsiniz ki?
Ömrünüz neyle sınırlı? Mihenk taşı nedir bu konuda? Solgun bir fotoğraf mı,
ailenizin veya dostlarınızın ömrü mü sınırınız? Yazdıklarınız mı, sonuçta
kağıdın da bir ömrü var!
/durduk
divana
uymadık
imama
manitu
belasını versin mevtanın/
demiştim
fi tarihinde söylediğim bir şiirde… öldüğünüz gün… kurtulduğunuz gün müdür
yoksa sizden kurtulmanın şanlı günü müdür?
Merak
ediyorum desem de hiç umurumda bile değil… Narsist düşüncelere kapılmanın da
bir mantığı yok; dünyanın merkezi elbette ben değilim ama kendi kendimin
merkezi olmanın da derin bir hazzı var…
Kendimin
merkezindeyim… dünyanın, yaşamın merkeziyim…
Ne
demişti Epikuros usta: “Ben varsam ölüm yoktur, ben yoksam, ölüm zaten yoktur…”
Haydi
o zaman iyi pazarlar(!)…
TAHİR
SAKMAN
10 Kasım, 2025
BAŞIMIZ EĞİLMEMİŞTİR
BAŞIMIZ
EĞİLMEMİŞTİR
/10
kasım bir gün
10
kasım binlerce hüzün
başka
da başımız eğilmemiştir/
Çünkü
bizim Ata’mız yedi düvelin önünde eğilmemiş bilakis onlara diz çöktürmüştür…
Bir
Anıt Kabir’de eğilir başımız bir de 10 Kasımlarda… Çünkü bizim önderimiz
Atatürk’tür, ondan öğrenmişizdir; özgür ve başı dik yaşamayı…
Yine
de eğilmiş sayılmaz başımız; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün eserleri başımızı
hep yükseklere kaldırdı, devrimleri ışığımızdı; geleceğimizi aydınlattı… Bize
ne gam ki Atatürk gibi bir önderimiz var; başımız yine de eğilmiş sayılmaz;
kalbimizde Cumhuriyet, ilke ve inkılapları oldukça başımız hep diktir, dik duracaktır!
Konya…
tek damla yağmur yoktu ama yüreklerimize akan yaşlarla hepimiz ıpıslaktık… Yüce
önderimizin manevi huzurunda hepimiz ıslandık… Öyle bir rahmetti ki bu; medeniyete
doğru akan, ezelden ebede doğru koşan bir ülkünün, geleceğe binlerce uzanan,
bayrağımızı dik tutan, Türk olmanın onurunu üzerinde taşıyan gönüllerden taştı…
Türk’üz,
Türkçüyüz, Atatürkçüyüz…
Ne
mutlu Türk’üm diyene…
TAHİR
SAKMAN
07 Kasım, 2025
YAZMAK YAŞAMAKTIR
YAZMAK
YAŞAMAKTIR
Uzunca
bir zaman diliminde; (10 günü geçti, tüm yaşantım boyunca basında, son 8 yılın
neredeyse her gününde sosyal medyada, blog sayfamda; kültür, sanat ve edebiyat kulvarında
yazmış benim gibi biri için bu elbette çok uzun bir zaman dilimidir) yazılarıma
ara vermek zorunda kaldım…
Çok
şükür yakamı bırakmayan vertigo sonra gribal enfeksiyon, boğaz ağrıları, ateş,
sonra yine vertigo… Nasıl bir döngünün içine girdiysem; sonra bu sefer göz
rahatsızlıkları… Çok şükür…
Sevgili
vertigo, sevgili bedenim, öğrenmem gereken nedir? Sevgili gözlerim, görmemi
istediğiniz şey nedir?
Hemen
şimdi öğrenmeyi, görmeyi seçiyorum… sanırım dijital mecralardan biraz uzaklaşmam
gerektiğini daha düz bir hayat yaşamamı istiyor ama…
Hayat,
düz bir çizgi değil ki… fırtınaların içinde savrulan saman çöpü değilim; fırtınanın
kendisiyim! Heyecanlarım nasıl diner? Ben asıl o zaman ölmez miyim?
Bu
arada 46 yıldır bana katlanan sevgili eşimin nükseden bel ağrıları sonrası
geçirdiği ameliyat…
Önümüzdeki
günlerde de bir operasyon geçireceğim o zamana kadar yaşantımdaki eksik veya
fazlalık ne varsa…
Hayattayım
sevgili dostlar merak etmeyin ama benim gibi insanlar için yazmamanın da ölümün
bir diğer adı olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Yazacak o kadar çok şey
var ki…
Kanma bülbülüne kanma gülüne
Bu dünya fanidir biter sessizce
Eser bırakmazsa âlemde insan
Toprağın altında yiter sessizce
Demiştim;
sanırım milattan önceydi… bunca zaman şehir toprağına birkaç iz bıraktığımı
düşünüyorum…
En
kısa zamanda yine görüşmek üzere sevgi ve barış sizlerle olsun…
TAHİR
SAKMAN
25 Ekim, 2025
MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 42 YABAN ELLERİNDE EĞLENDİM KALDIM
MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 42 YABAN ELLERİNDE EĞLENDİM KALDIM
Konya oturaklarının bu hareketli türküsünü Mazhar Sakman, 12 telliyle çalıp söylerken kendisine udi Cenap Kendi ile kanuni Kazım Büyükşalvarcı eşlik ediyor.
Türkünün notası, 28 Mart 1963 tarihinde Konya'da Şehir Postası gazetesinde Mazhar Sakman tarafından yazılıp yayımlanmıştır.
TAHİR SAKMAN
23 Ekim, 2025
YAKACAK VE TIKACAK
![]() |
| Dam yuvağı |
YAKACAK VE TIKACAK
Bu bir Konya deyimidir:
Uzun ve çetin geçecek olası kışlara hazırlığı anlatır... Konya’da eskiden “ağustosun 15’i yaz, 15’i kış denilirdi ve öyle de olurdu. Ağustos ayının sıcağında biraz nefeslenildiği zaman ki rüzgâr esmeye başlardı, şehir ahalisi de kış hazırlıklarına başlardı.
Bizim nesil çok görmese de o kışları, bizden birkaç nesil öncesinin hafızaları metrelerce kar yağmasının anılarıyla doludur ama sanki biraz da abartı vardı… Bizim neslin hatırladığı en çetin kış 1971 martındaki meşhur tipi ve bir şehir halkının sinemalarda, hükümet konağında, karakollarda veya bulabildiği kapalı mekânlarda sabahladığı meşhur kıştı… Yollarda mahsur kalanlardan donanların olduğu asla unutulmayacak bir mart ayıydı.
Önceleri şehirde bu kadar betonarme bina yoktu; evlerin büyük çoğunluğu kerpiç ve eski evlerdi dolayısıyla kar yağdığı zaman kürense de -her ne kadar yazın baraj köylerinden gelen çorak toprağa tuz eklenerek dam yuvağıyla sıkıştırılsa da- bu asla yeterli olmazdı. Damların akmaması ve karın ağırlığı altında çökmemesi için damlar kürenirdi. Ne zaman kar yağsa dam küreyiciler ortaya çıkar, karları sokağa kürerlerdi.
Onlarca evden sokaklara karların kürenmesiyle oluşan metrelerce karın arasında insanların geçmesi için bir yol açılırmış ve bu durum bahara kadar sürermiş. Dam küreyicilerini gördüm ama metrelerce kar görmedim… Abim Vedat Sakman çok anlatırdı, kar yığınlarının arasında okula gitmenin ne kadar zor olduğunu…Kış hazırlığına dönersem önce odun…
Belki de size önce “yapma”yı anlatmalıyım…
Bizim evlerimize kömür çok sonraları girdi, ondan önce odun yakardık ve tabii ki yapma yani tezek… Anam -rahmet olsun- Muhacir Pazarı’ndaki, Zindankale’deki ve Sarıyakup’taki evlerimizde evin hayadında biriken büyükbaş hayvanların dışkılarını ıslatıp, bazen de içine kömür tozu karıştırıp bir kalıba döker, kuruması için güneşe sererdi.
Eski Konya kadınları bu yönleriyle üreten insanlardı; bağ bahçe işleri, inek dana işleri onlardan sorulur ve evin tüm ihtiyaçlarının büyük bölümü evde kadınlar tarafından üretilir, dışarıdan pek bir şey satın alınmazdı. Kahraman annelerimizin anılarının önünde saygıyla eğiliyorum.
Bu tezekler, kışın yakacak olarak kullanıldığı gibi mutfaklardaki ocakta da yakılarak yemek pişirme işlerinde de kullanılırdı. Ev besiciliğinin şehir hayatından çıkmasıyla birlikte tamamen odun yakılırdı o uzun kış gecelerinde. Soba yandığı zaman “önümüz kavurga kavurur, arkamız harman savurur” deyimi gerçek olurdu. Odunun közünü mangala alıp kallavi bir sade kahve pişirmek de bu işin en keyifli yanıydı ve höpürdetmek serbestti!
Çok sonraları, Tinal marka kömür sobaları hayatımıza girince daha bir konforlu yaşamaya başlamıştık. Yazın odun ve kömürlerin alınmasıyla “yakacak” işi biter sıra “tıkacak” işine yani yiyecek işine gelirdi. İçi sırlı büyük küplere; un, yağ, şeker doldurulurdu, ne bereketli günlermiş, haydi şimdi bir tanesini doldurun da görelim!Eskiden adamlar şekeri, unu birkaç kilo almayı ayıp diye “heriflikten” saymazlar; en az bir “batman” (batmanı bilmiyorsanız onu da bir zahmet siz araştırıp öğrenin) alırlarmış…
Patatesler, soğanlar ucuz ve bolken çuval çuval alınır evin serin yerine bodruma veya tavan arasına konulurdu. Hevenk hevenk üzümler, kavunlar tavana iplerle asılır, elmalar, armutlar sandıklara gazete kağıdına tek tek sarılarak saklanırdı. Hele o kış armudu var ya… Ağzınızın suyu aktı mı? Konyalı bu lezzetleri çoktan unuttu… Ya, “yonis eriği, elma kakı?”
Eğer turşuları da kurduysanız artık kışın bulgur pilavına sallamak için kaşığınızı da alıp tahta siniye böğrünüzü vermeye hak kazanmış olurdunuz…
Tabii çömleğe koyduğunuz kıymalardan falan bahsetmiyorum; çünkü bu hayat şartlarında böyle şeyleri hatırlatmak ayıp olacak… Tabii et ve balık kurutmayı da… Şimdilerde yakacak ve tıkacak ancak günlük alınabiliyor. Her şey küçüldü; yağışlar da küçüldü. Konya kuraklık sarmalına girdi. Altınapa Barajı can çekişiyor, bir avuç su kalmış… Belediye yeni kuyular açarak hissettirmemeye çalışıyor ama durum çok vahim. Yeraltı sularını nereye kadar çekeceksiniz; sonunda her yıl daha derinlere giderseniz durum Karapınar’daki obruklara kadar gider…
Belki de su kesintisi yapmakta geç kalındı; en azından bir farkındalık oluşturulabilirdi.
Yakacak ve tıkacak tamam da ya içecek? İçecek bulamazsanız yakacak ve tıkacak da bulamazsınız, bunu asla unutmayın Konyalılar!
TAHİR SAKMAN
20 Ekim, 2025
KONYA KİTAP GÜNLERİ
KONYA
KİTAP GÜNLERİ
Konya
Büyükşehir Belediyesi'nin düzenlediği Konya Kitap Fuarı'nda dün, ünlü folklorcu
'Mazhar Sakman'ın Konya türkü kültüründeki yerini ve önemini" kendi
sesinden ve sazından türkülerle anlatmaya çalıştık.
Programa
katılma nezaketi gösteren ve bizi onurlandıran tüm konuklara teşekkür ederim.
Türkülerle
olan yolculuğumuza destek veren tüm dostlara sevgilerimi sunuyorum.
Yaşantımdaki
en iyi yol bu olsa gerek; türküleri seviyorum...
TAHİR
SAKMAN
15 Ekim, 2025
ZEKİ OĞUZ’A YAKIŞMIŞ
ZEKİ
OĞUZ’A YAKIŞMIŞ
Bu
çok özel bir duygudur:
Yakından
tanıdığınız bir insanı anlatan bir kitabı elinize aldığınız zaman ve okurken sanki
onunla konuşur gibi olursunuz… Ve bir tuhaf olursunuz…
Şehrin
yakın çevresini onunla dağ, dere, tepe demeden gezdiğimiz, fotoğrafladığımız
günler şimdi çok geride kalsa da anılarla, anıların da ötesinde yayımlanan
kitaplarla yeniden doğaya koşturuyoruz sanki…
Ve
“keşke” diyoruz, bu keşkenin son keşke olmasını dileyerek; Zeki Oğuz ve diğer
kültür adamlarımız hayattayken hayatlarını, şehir kültürüne yaptıkları
katkıları anlatan kitapları yayımlayıp, o insanları sağlıklarında onore
edebilseydik…
Önceki
akşam şehir kültürüne gönül vermiş üç arkadaş Akyokuş’ta bunları konuştuk… Şair
Vural Kaya, Selçuk Üniversitesi akademisyenlerinden edebiyatçı Prof. Dr. Ahmet
Gögercin ile şehrin semalarını aydınlatan kitaplar ve insanlardı konumuz…
Ahmet
Gögercin yıllarını Zeki’nin yanında dolaşarak geçirmiş bir isim, birlikte çok
taban patlattık… Zeki’yi zaten başkası böyle anlatamaz, onun ruh ve edebiyat
dünyasına giremezdi… Hatta diyebilirim ki Zeki’yi, Zeki’den daha iyi tanıyan
bir arkadaşımızdır.
Zeki’nin
şiirlerini, gezi notlarını ve öykülerini analiz ederken ustalığını konuşturuyor
ve asla duygusallığa düşmeden bir bilim adamına yakışır bir şekilde tahlillerde
bulunuyor. Şiirlerin ve öykülerin pek çoğunun yazılışlarına tanıklık etmenin
verdiği bir birikimle Zeki’yi anlatıyor. Ve tabii ki nasıl bir değeri
kaybettiğimizi de anlıyorsunuz…
Kitapta,
Zeki’nin dostları tarafından yazılan makalelere de yer verilmesi ayrı bir değer
katmış. Ve tabii ki Zeki’den seçmelere de yer verilmiş. O bildiğimiz sıcak
öyküleri, kekik kokularıyla bezenerek yeniden okumanın keyfine varıyorsunuz.
Bir gelincik edasıyla süzülen satırların arasında insan sevgisi, doğa sevgisi
yüreklerimizi yeniden ısıtıyor. Konya bozkırlarında, serin rüzgârlar eşliğinde
dolaşırken içimizi ürpertiler kaplıyor; tam da Zeki Oğuz’un istediği gibi saklı
bir yaşamı önümüze sunuyor.
Ahmet
Gögercin’e ne kadar teşekkür etsek azdır. Sadece o da değil tabii, kitapta
emeği geçen herkesi ayrı ayrı kutlamak isterim; hassaten kitabın editörlüğünü
üstlenen şair, yazar dostum Vural Kaya da çok iyi işler çıkarıyor, bu nedenle
Konya Büyükşehir Belediyesi’ni de kutluyorum.
Vural
Kaya, edebiyatçı olmanın verdiği bir sorumlulukla şehirde yapılması gerekenleri
özveriyle yapıyor, çok önemli işlere imza atıyor. Şehir kültürüne ciddi
katkılar sağlıyor. Her türlü bağnazlıktan uzak bir duruşla ve Konya çocuğu
olmanın ve yaptığı işlerin doğru olmasının verdiği özgüvenle geleceğe izler
bırakıyor.
Onu
daha çok çocuk hikâyeleriyle tanısak da o, bugünlerde içindeki şair kimliğini
ön plana çıkaran kitaplarıyla da Konya semalarını şiirleriyle süsleme gayretiyle
çalışıyor. Vural Kaya’nın imgelerle ördüğü şiirlerinde çok şey gizli; bir
labirentin içerisinde, sır olmuş kapıların arkasında sabırla açmanızı bekliyor;
açarsanız kazanan siz olursunuz…
Bu
kitap; Zeki Oğuz’a çok yakışmış… Yaylaların özgür sesini, kitabı kucakladığınız
zaman duyacaksınız, eminim…
TAHİR
SAKMAN
Kaydol:
Yorumlar (Atom)


























