08 Eylül, 2025
07 Eylül, 2025
TÜRKÜLERİN OKUNDUKÇA YAŞARSIN
TÜRKÜLERİN
OKUNDUKÇA YAŞARSIN
31
yıl önce bugün ebediyete uğurlamıştık, sevgili babacığım Mazhar Sakman’ı…
Konya
oturaklarının “sarı oğlanı” sanki hiç ölmemiş gibi türküleriyle hayatta… her
okunan türküde ruhunun şad olduğunu, kulağının Konya semalarında yankılanan türkülerde
olduğunu biliyorum…
Hem
alaylı hem mektepli yanınla şehrin türkü kültürüne çok hizmet ettin ve
karşılığında hiçbir şey beklemedin; istediğin tek şey türkülerimizin geleceğe
doğru intikal etmesiydi…
Notalarını
yazdın, gelenekten geleceğe, kaynaktan radyoya, televizyonlara, arşivlere
yüzyıl önce okunan haliyle girmesi için çok emek sarf ettin… Vefatından 31 yıl sonra
hâlâ senin okuduğun türküler şehir kültürüne renk katıyor.
Konya
divan ayağına, Âşık Şem’i’nin sözlerini döşeyerek okuduğun Konya Methiyesi
şehri anlatan bir eser olarak da geleceğe intikal etmiştir. “Fırın üstünde fırın”
ve diğer türkülerimiz her okunduğunda eşlik ettiğini, “aklım çıkıvıracak”
dediğini duyar gibiyim…
Ruhun
şad olsun, türkülerimiz yaşadıkça 12 telliyle özdeşleşen ismin daima
anılacaktır… Türkülerin okundukça ölmeyeceksin biliyorum sevgili babacığım…
TAHİR
SAKMAN
05 Eylül, 2025
İNSANLIK AĞARMAZ
İNSANLIK
AĞARMAZ
Yıllar
önce gitmiştim Kudüs’e…
Enteresan
bir enerji var orada sizi karşılayan… Kutsal kitaplarda sözü geçen topraklara ayak
basmanın farklı duygu yansımalarına şahit oluyorsunuz ve tabii ki ezilen,
toprakları işgal edilen bir halkın çığlığı içinizi parçalıyor…
Hele
ki çocuklar…
Ah
o çocuklar ki attıkları taşlara kalkan olacak bir madde henüz icat edilmedi…
Tabii
bir de oralarda şehit olan dedelerimiz geliyor aklımıza… İngilizlerle bir olup
sırtımızdan hançerlendiğimiz…
Filistin
bizim davamız değildir ama… Filistin bir insanlık davasıdır; modern dünyanın
gözü önünde soykırıma tabi tutulan, açlığa mahkum edilen bir halk… Elbette
mazlumdur…
El
Halil’de, evlerine gitmek için turnikeden geçen bir halk, Gazze’de utanç duvarı
ki şimdi artık Gazze diye de bir yer yok!
Okul
çıkışında mini minnacık çocukların attıkları taşlar, modern dünyanın bombalarından
daha derin iz bırakmıştı bende ve bu şiiri söylemiştim, içim yanarak…
İnsanlık
ağarmaz demiştim ve ağarmadı insanlık; şimdi aç bırakarak silahlarıyla
yapamadıklarını yapıyorlar…
Okullar
açılırken… Filistinli çocukların ellerinde artık taş da kalmadı çünkü hepsi
açlıkla pençeleşiyorlar…
İnsanlık
ağarmadı; tam tersi emperyal emeller açığa çıktı…
İNSANLIK
AĞARMAZ
-filistinli
çocuklara-
el
aksa ağarır gün ağarmaz
harem’de
sabah yoktur
filistin
sürgündür kendine
ve
çocuklar ebabil kuşları
yürekleri
büyük
taşları
daha da büyük
ağır
mı ağır yüreğimde
batı
şeria’da el halil’de gazze’de
çocuk
taşlar duadır/ gökyüzünde
duvarların
ardında saklı
insanlık
kan revan
utançtır
esarettir umutlar yasaklı
filistinli
yaşamak keskin bir bıçak
ağır
müslümanlar ağır uykularda
oysa
güvercindir çocuklar uyumaz
özgürlük
türküsüdür yalın ayak
hasretle
titreşen derin sularda
kubbet-üs
sahra ağarır
insanlık
ağarmaz
muallak
taşı gibi duygular ayakta
bir
mermi ilişir gözüme
adresi
belli değil
bir
silah patlar
insanlık
öldü mü ne
ezanlar
ağarır gün ağarmaz
özgürlüktür
barıştır yükselir yücelerde
filistinli
çocukların erişeceği yerde
TAHİR
SAKMAN
04 Eylül, 2025
DİMEDİ DİMEYİN ETLEKMEK ÇARPACAK SİZİ!
Muhterem Nevin Halıcı Hocam hatırlattı, 4 yıl önce paylaşmıştım... ne etli ekmek eskir ne bizim etli ekmek sevdamız:
DİMEDİ DİMEYİN ETLEKMEK ÇARPACAK SİZİ!
Efendim dün etli ekmekten bahsettik ya, nasıl yenildiğini elbette Konyalılar bilir ama bilmeyenler için yazmakta fayda görüyorum:
Bu konuyu sakın hafife alıp da sulandırmayalım lütfen; çünkü etli ekmek biz Konyalılar için bir yaşam biçimidir; düğünlerimizde özellikle sünnetlerde, cenazemizde hep o vardır…
Sanırsınız ki etli ekmek olmazsa cenaze ortada kalacak veya sünnetçi yarım kesecek! (Ama rahmetli kokuyu alır da kalkar gelirse ona ben karışmam!) Sağdıçların da baş yemeğidir etli etmek yani damat etli ekmek yemezse takatsiz kalabilir!
Şimdi lokantalarda çatalla yemek, etli ekmeğe yapılan ağır bir tacizdir. Etli ekmek hazretlerini elinizle bölerek yiyeceksiniz hatta makbul olan öyle tabakta değil eski bir gazetenin üzerine serip yemektir.
Şimdi bir de bize iftira itmeyin okumuyorlar diye; etlekmek yirken her satırını okuruz valla!
Etli ekmeğin ruhu şad olsun istiyorsanız yanında şalgam, kola değil ayran içebilirsiniz. Unutmadan; etli ekmeğe limon sıkılmaz, siz gidin, o limonu aklınıza sıkın!
Baştan alıyorum:
Şimdi etli ekmeği fırından alır almaz mümkünse hiç kestirmeden gazeteye sarıyorsunuz sonra uçarak bizim fakirhaneye geliyorsunuz. Şayet yolu bulamazsanız Kültür Park’ın çimenleri üzerine veya Üçler Mezarlığı’nın duvarının dibine oturup (hastaneye yakın bir yer de olabilir; çünkü adabıyla yemezseniz ilk yardım kolay olur) özenle besmeleler çekerek, iki elinizle koparıp yiyorsunuz. (Beni çağırmazsanız vallahi hakkım kalır!)
Etli ekmeğin yanına üzüm… şimdi Hatıp’ın dimnit üzümlerinin tam zamanı, nasıl gider bir bilseniz? (Kenan Abim hatırlattı; Çumra'nın divleği hele gaşşık gavunu olursa aliyyül âlâ olur.)
Yazın; biber közlemesi, domates, kışın; yeşil soğan veya turp… Bunun haricindeki söğüşlerin hepsi geçersizdir ve etli ekmeğin yanında yeri yoktur. Maydanozu bir tutam serpebilirsiniz.
Bakın Gonyalılar; böyle yimeyenleri görüyorum ve çok üzülüyorum! Etlekmeğe zulüm itmekten vazgeçin! Böyle devam iderseniz, vallaha etlekmek çarpacak sizi, dimedi dimeyin! Benden dimesi…
Şimdi bu kadar lafın üstüne bir şiir söylemezsek; Nevin Halıcı bu yanda, öte yanda da vallaha bu etlekmek, iki yakamdan tutar da sonra hesabını veremem!
ETLİ EKMEK
Canım çekti yine bugün
Aklım aldın etli ekmek
Fırınlarda sıra mı var
Nerde kaldın etli ekmek
Kaburgadan etin kardım
Domatesle biber sardım
Azıcık da soğan yardım
Sanki baldın etli ekmek
Zırh altında sildim seni
Okşayarak dildim seni
Benden önce bildim seni
Aşka geldin etli ekmek
Mayalanıp dinlendin mi
Şu Konya’da ünlendin mi
Koltuklarda inledin mi
Yerken güldün etli ekmek
İlla bir buçuk olmalı
Yanına ayran dolmalı
Nazikçe elle bölmeli
Hep hayaldin etli ekmek
Küreklere verdim seni
Ateşlere sardım seni
Gazeteye serdim seni
Düne daldın etli ekmek
Yalan oldu her şey yalan
Bir rüyadır şimdi olan
İhtişamlı dünden kalan
Bir masaldın etli ekmek
Sanmayınız cefalıyım
Yiyenlere vefalıyım
Etli ekmek kafalıyım
Şimdi bildin etli ekmek
TAHİR SAKMAN
03 Eylül, 2025
MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 35-36 ÇUHACIOĞLU PEŞREVİ-SANDIKLI'NIN TARLA...
MAZHAR
SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 35-36 ÇUHACIOĞLU PEŞREVİ-SANDIKLI’NIN TARLALARI HENDEKLİ
Konya
oturaklarında ilk çalınan bu eser her ne kadar peşrev diye nitelendirilse de
klasik anlamda bir peşrev değildir ve 11 Ekim 1975 tarihindeki kaydın girişinde
Mazhar Sakman bundan söz ederek “bu bir girizgâhtır” demektedir.
Bilindiği
gibi Konya oturakları, “Çuhacıoğlu Peşrevi” ile açılmaktadır. Onsuz Konya
oturaklarını düşünmek mümkün değildir. Enstrümantal olarak icra edilen bu
peşrev, klasik Türk müziğindeki anlamıyla bir peşrev değildir. Bu bir
girizgâhtır, gösteriştir. Konya oturaklarında genel olarak enstrümantal olarak
icra edilen bu peşrev, zaman zaman:
“İndim yârin bahçesine gülleri var fincan gibi
Yanağında üç beni var her biri mercan gibi
Sarılalım sarmaşalım ikimiz bir can gibi
İkimiz kavledelim ya onu sev ya beni”
Diye
başlayan sözlerle de nadiren de olsa okunmaktadır.
Kaydın
başındaki merhum Sakman’ın kısa konuşmasından anladığımız; yayımladığımız bu kayıtların
kayda alınmaya başlandığı tarihi de işaret etmekte ve merhum Sakman evlatlarına
bir yadigâr olarak bırakmak istediğini ve çaldıkları/çalacakları türkülerin
Konya tavrını esas aldığını belirtmişti.
Peşrevin
arkasında okunan türkü ise Sandıklı’nın tarlaları hendekli ismini taşıyor ve bu
türke de peşrevden sonra çalınması adet olan bir türküdür.
SANDIKLININ TARLALARI HENDEKLİ
Sandıklının tarlaları hendekli
Şimdi kızlar fındık yemez fıstık yer
Benim yârim nerde kaldı gelmedi
Diyemem diyemem sana diyen dil biter
Yastık yorgan yerine beyaz kolların yeter
Ardıç arasında biter yandaklar
Kiraza mı dönmüş ince dudaklar
Hani senin adadığın adaklar
Tabaka benim tütün benim keyf benim
Öper sever gidersem kâhyam mıdır el
benim
Türküyü
böyle okuyan Mazhar Sakman’ın, türkü defterinde ise ilâve şu sözler yazılıdır:
Ayva dibi serin olur yatmaya
Kızlar gelmiş seyrimize bakmaya
Altın ister ak gerdana takmaya
Tabaka benim tütün benim keyf benim
Öper sever giderim kâhyam mıdır el benim
Türküyü
notaya alan Mazhar Sakman, 15 Mart 1963 ve 16 Mart 1963 tarihinde Şehir Postası
gazetesinde “Bir Ateş Ver” ismiyle yayımlamıştır. Notanın üzerinde değişik farklı
şu güfte yazılıdır:
Bir ateş ver cigaramı yakayım
Sen salın da ben boyuna bakayım
Gerdanına liralar mı takayım
Tabaka benim tütün benim keyf benim
Ben o yâri severim kâhyam mıdır el benim
Bir ateş ver cigaramı yakmaya
Kızlar gelmiş seyrimize bakmaya
Altın ister ak gerdana takmaya
Türkünün
ilginç metni arasında yer alan “Tabaka benim tütün benim keyf benim/Öper sever
giderim kâhyam mıdır el benim” şeklindeki sözler, Konya oturaklarının ve Konyalı
hovardaların vurdumduymaz ruh halini yansıtan en iyi örneklerden birisidir.
TAHİR
SAKMAN
02 Eylül, 2025
“EĞİTİMLE YAZIYLA GEÇİVEREN BİR HAYAT”
“EĞİTİMLE
YAZIYLA GEÇİVEREN BİR HAYAT”
Ne
güzel bir hayattır, bilir misiniz?
Eğer
yazdıklarınızın yüzyıl sonra bile okunacağını ve bir değer olarak nice
yüzyıllar kalacağını bilseniz; bütün işiniz, gücünüz yazmak olmaz mıydı?
Bu
şehirle, Konya ile ilgili olan kişisel tarihleri, anıları çok seviyorum; çünkü
onların içinde yaşadığım ve çok sevdiğim şehrin kokuları vardır. Öncesiyle
sonrasıyla bu şehre ait olan ne varsa kabulümdür…
Profesör
Mustafa Özcan Hocam bunu hep yapıyor; yılların ötesine geçerek arşivlerin
tozlu, rutubetli, havasız ortamlarında aylarca çalışarak şehrin hatıralarını
gün ışığına çıkarıyor. Bir Konyalıdan daha çok vefa duygusuna sarılarak…
İki
binli yıllarda Hocamla birlikte Şair Panos Özararat’ın şiirlerini derleyerek
yayımlamayı planlamıştık ama sanırım telif sorunları yüzünden kalmıştı… O
günden bu yana Hocam birçok Konyalı yazarın değerli yazılarını derledi,
toparladı, tasnif etti ve yenil nesil Konyalıların istifadesine sundu.
Bazı
kitaplar vardır, oldukça gösterişlidir… Bazı kitaplarsa içerdiği bilgilerle kütüphanelerin
baş köşesinde yer almayı hak eder ve oldukça gösterişsizdir ama kapağını
açtığınız zaman sizi içerisine öyle bir çeker ki çıkamazsınız… Zamanın
dehlizlerinde gezerken karşınıza tanıdık simalar, mekânlar çıkar ve hatıraların,
makalelerin ışığında geleceğe yürürsünüz…
“Bir
Cumhuriyet Öğretmeni Namık Ayas’ın Gözüyle Konya” isimli kitapla bunu başarmış
Mustafa Özcan Hocam… Babası gibi bir öğretmen olan kızı Günden Ayas Ebesek Hanımefendi,
babasının hayırlı bir evladı olarak imzalayarak lütfetmiş, kargodan çıktığı günden
itibaren çalışma masamın üstünde sayfalarında… eski şehrin, tazelenmiş
yazılarında geziniyorum…
Bir
eğitimci ve yazarın gözüyle… daha da önemlisi bir başöğretmenin ve kadim bir
Konya çocuğunun gözlemlerini okurken merhum Namık Ayas’ın, o eski Konya’nın
ne denli bir kültür hazinesine sahip olduğuna bir kez daha şahitlik ediyorsunuz…
Edebiyattan
şehirdeki kültürel faaliyetlere, Belediye hizmetlerinden gezi yazılarına ve
daha nice konuda, çok geniş bir yelpazede yazdığı yazıların içinde Konya ile
ilgili her şey vardır. Yeni Konya gazetesinin yazı işler müdürlüğünü de
üstlenen merhum Ayas, Konya Gazeteciler Cemiyeti’nin de başkanlığını üstlenmiş
ve Konya basın camiasına da önemli hizmetler vermiştir.
2001
yılındaki vefatından sonra merhum Şair Feyzi Halıcı şöyle yazmıştır:
1950’li
yılların güzel Konya’sı
Bir
dernekte bütünleşmişti basın dünyası
Başlamıştı
kültür tarih sanat kampanyası
Bir
tarih gibi bağrımıza bastık bu yası
Rahmetle
anıyoruz Başkan Namık Ayası
Çizgi
Yayınları tarafından yayımlanan kitap büyük boy, 198 sayfa… Namık Ayas’ın biyografik
bilgileriyle başlayan kitap, merhumun yayımladığı makaleler tasnif edilerek, 13
bölümde incelenmiş ve makalelerden kesitler sunulmuş. Kitabın sonuna eklenen
kaynakça ise araştırmacılar için tam bir hazine değeri taşıyor. Bu sayede merhum
Ayas’ın yazılarına kaynağından da ulaşmanız mümkün oluyor.
Kitapla
ilgili yazılacak çok şey var ama… siz en iyisi kitabı kendiniz okuyun ve okuyunca
bana hak vereceğinizi biliyorum. Tüm emeği geçenleri kutlarken, merhum Namık
Ayas’a da rahmetler diliyorum.
Merhum
Başöğretmen Ayas’ın kendi ifadesiyle “eğitimle, yazıyla geçiveren bir hayat”
asla geçen bir hayat değildir; yazdıkları şehre ışık tutmaya nice yıllar devam
edecek ve geleceğin Konyalısı da rahmet ve minnetle anacaktır.
TAHİR
SAKMAN
01 Eylül, 2025
MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 34 HEM OKUDUM HEM YAZDIM
MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 34 HEM OKUDUM HEM YAZDIM
Seferberlik yıllarının acı hatırasından kalan ve birçok varyantı olan bu türkümüzü Mazhar Sakman, Konya tavrıyla söylerken kendisine utla Cenap Kendi, kanunla Kazım Büyükşalvarcı eşlik ediyor.
TAHİR
SAKMAN
31 Ağustos, 2025
VERTİGOYA KISA NOTLAR
VERTİGOYA
KISA NOTLAR
- Geçtiğimiz
hafta vertigo nedeniyle dijital ortamdan uzak kalmam gerekti. Bir yıla yakın
bir süredir ziyaretime gelmeyen vertigo nihayet hatırladı! (Hatırlamaz gomaz ol!)
- Bu
sefer manevra yapmadan gitti öyle anlaştık ve bir daha da gelmeyecek, anlaşmaya
uyacağını umuyorum!
- Sabahları
06.30 gibi Şefikcan Parkı’nda bir saate yakın yürüyorum; egzoz kokularından
uzak, Takkeli’den esen serin rüzgârlar eşliğinde…
- Bu
park, bölge için can simidi, doğrusu belediye de iyi bakıyor, bunca kullanıma
rağmen temiz ve yeşil…
- Arada
bir “tas kafalılar” halkın huzurunu bozmaya yeltense de emniyet güçlerinin
önleyici tedbirleri sayesinde bu yıl park huzur dolu…
- Memlekette
neler olmuş neler… Torunu yaşındaki bir kıza nasıl baktıysa…
- Biz erkekler kadınların giyinmesine karıştığımız müddetçe… Böyle bir hakkı
kendimizde görürken…
- Kadınlar
da erkeklerin giyimine bir el atsalar mı?
- Bazı
giyim tarzlarının “tepki” olduğunu özellikle gençlerin mesaj verdiğini
anlamamız gerekiyor sanırım!
- Sayın
Vekil pazarda sormuş, pazarcı da “ayıp olmasın” diye bir tık yükseltmiş; “300
lira yeter” demiş…
- Ben
sormuyorum; söylemesi ayıp (ayıpsa niye söylüyorum o da ayrı bir muamma) bugün
pazardaydım oldukça ekonomik bir alışveriş yaptım; 1250 TL…
- Hatıp’ın
dimnit üzümü çıkmış; bir sevindim bir sevindim… Şekere rağmen aldım, haftaya ya
bulunur ya bulunmaz; çünkü dimnitin zamanı çabuk geçer…
- Etli
ekmeğin yanında dimnit üzümü… Rahmetli, Şair Feyzi Halıcı ağabeyim çok severdi…
Yerken de onu anacağım…
- 30
Ağustos… Türk’ün gurur günü, manevi huzurlarında Yüce Önderimiz Atatürk’e ve
silah arkadaşlarına bir kez daha bağlılığımızı ilettik.
- Konya,
Atatürk’ün en sevdiği şehirlerden birisidir manevi babalığını kendisi bu şehirden
seçmiştir.
- En
az Atatürk kadar ben de bu şehri seviyorum…
- Sevgili
vertigo, gittin mi? “Çabuk git de enseni güneş yakmasın!”
TAHİR
SAKMAN
- Geçtiğimiz hafta vertigo nedeniyle dijital ortamdan uzak kalmam gerekti. Bir yıla yakın bir süredir ziyaretime gelmeyen vertigo nihayet hatırladı! (Hatırlamaz gomaz ol!)
- Bu sefer manevra yapmadan gitti öyle anlaştık ve bir daha da gelmeyecek, anlaşmaya uyacağını umuyorum!
- Sabahları 06.30 gibi Şefikcan Parkı’nda bir saate yakın yürüyorum; egzoz kokularından uzak, Takkeli’den esen serin rüzgârlar eşliğinde…
- Bu park, bölge için can simidi, doğrusu belediye de iyi bakıyor, bunca kullanıma rağmen temiz ve yeşil…
- Arada bir “tas kafalılar” halkın huzurunu bozmaya yeltense de emniyet güçlerinin önleyici tedbirleri sayesinde bu yıl park huzur dolu…
- Memlekette neler olmuş neler… Torunu yaşındaki bir kıza nasıl baktıysa…
- Biz erkekler kadınların giyinmesine karıştığımız müddetçe… Böyle bir hakkı kendimizde görürken…
- Kadınlar da erkeklerin giyimine bir el atsalar mı?
- Bazı giyim tarzlarının “tepki” olduğunu özellikle gençlerin mesaj verdiğini anlamamız gerekiyor sanırım!
- Sayın Vekil pazarda sormuş, pazarcı da “ayıp olmasın” diye bir tık yükseltmiş; “300 lira yeter” demiş…
- Ben sormuyorum; söylemesi ayıp (ayıpsa niye söylüyorum o da ayrı bir muamma) bugün pazardaydım oldukça ekonomik bir alışveriş yaptım; 1250 TL…
- Hatıp’ın dimnit üzümü çıkmış; bir sevindim bir sevindim… Şekere rağmen aldım, haftaya ya bulunur ya bulunmaz; çünkü dimnitin zamanı çabuk geçer…
- Etli ekmeğin yanında dimnit üzümü… Rahmetli, Şair Feyzi Halıcı ağabeyim çok severdi… Yerken de onu anacağım…
- 30 Ağustos… Türk’ün gurur günü, manevi huzurlarında Yüce Önderimiz Atatürk’e ve silah arkadaşlarına bir kez daha bağlılığımızı ilettik.
- Konya, Atatürk’ün en sevdiği şehirlerden birisidir manevi babalığını kendisi bu şehirden seçmiştir.
- En az Atatürk kadar ben de bu şehri seviyorum…
- Sevgili vertigo, gittin mi? “Çabuk git de enseni güneş yakmasın!”
30 Ağustos, 2025
30 AĞUSTOS TÜRK MUCİZESİ
30
AĞUSTOS TÜRK MUCİZESİ
1921
yılı… Kış oldukça çetindir, düşman sayıca silah mühimmat üstünlüğüyle ve Batı’nın
“tek dişi kalmış canavar”ın desteğiyle Anadolu’da katliamlar yapmaktadır.
Türk
Milleti, “hainlik derecesine varan kandırılmışları” saymazsak, tek vücuttur.
Erkeğiyle kadınıyla, genciyle yaşlısıyla vatanı korumak için göğsünü siper etmiştir.
Yüzyıllardır savaştan savaşa koşan millet yorgundur, umutsuzdur, cephanesizdir.
Üstelik asırlardır kul oldukları padişah, düşmana karşı savaşılmasını istememekte,
İngiliz ve Yunan uçakları halkın dini duygularını istismar eden, dünya durdukça
yaşayacak olan ülkemde, kıyamete dek lanetlenecek olan “Dürrizade” ve
benzerlerinin sözde fetvalarıyla kafası karıştırılmaktadır.
Bir
tek adam çıkar; umudu millettir! O umudun adı Mustafa Kemal’dir…
O
bir adam yüzbinler olur akar… En başta kadınlarımız mesela Şerife Bacı, rahmet
olsun…
Kadınların
olmadığı bir devrim asla devrim olmaz, kadınlar savaşın en önünde, cephede
kucağında bebesiyle vatana hizmet etmektedir. İnebolu’ya takalar gelir cephane,
silah taşırlar İngiliz depolarından baskınlarla kaçırdıklarını…
İnebolu’dan
Kastamonu’ya… İstiklal yoludur bu; zorludur, karlıdır geçit vermez ama
kadınlarımız, kızlarımız, taze gelinlerimiz hariç…
Kağnılarla
kar altında soğuktan donsalar da battaniyelerini cephaneler ıslanmasın diye kendi
üzerlerine almazlar. Bebelerini istiklal ateşiyle ısıtırlar…
1921 yılının çetin kışında Şerife
Bacı kışlanın önüne kadar gelir ve kutsal vazifesini bitirmenin onuruyla yığılır;
bebesi hayattadır, cephaneler ıslanmamıştır…
Bu
Türk mucizesidir; bu Gazi Mustafa Kemal mucizesidir. Bir vatan örgütlenmiş;
kağnıyla, kamyonu yenmiştir. Şerife Bacı ve diğer kahraman bacılarımızın
çektiği kağnıların hızına rüzgâr yetişememiştir.
Bu Türk mucizesidir. Türk süvarileri o gün gökyüzünü yararak ilerlemiştir, al bayrağımızı bulutlara dikmiştir. Her karışında şehitlerimizin kanı olan ülkemiz aydınlık yarınlar için hazırdır.
Bu
Türk mucizesidir ve Atatürk’ün liderliğinde emperyalizme verilen bir derstir.
Mareşal
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e Türk ulusunun imanı tamdır:
“Ne
mutlu Türk’üm diyene…”
TAHİR
SAKMAN
25 Ağustos, 2025
SEVGİLİ VERTİGOM!
SEVGİLİ
VERTİGOM!
Yaşantımın
büyük bölümünde başım hep yükseklerdeydi; bulut bulut, yıldız yıldız gezdim. Ne
başım dünyaya sığdı ne yüreğim evrene…
Buna
rağmen son birkaç yıldır hayatıma sen girdin; neyi öğretmek istediğini,
yaşantımda neyin eksik olduğunu seninle yeniden bir keşfe çıktım… ama sen bir
türlü gitmedin, her gelişin yeni sorulara kapı açtı, sürekli…
Sence
başım yeteri derecede dönmedi mi? Daha mı yükseklere çıkmalıyım; hangi
gezegenin, hangi kuşun kanadında, hangi özgürlüğe kanat çırpmalıyım?
Daha
yüksekleri belki kaldıramam, belki istemiyorumdur, bundan haberli misin?
Öğrenmek
istediğim dersi aldım sanıyorum ve hayatımı sensiz düzenlemek istiyorum, beni
anlıyor musun?
Seninle
olan tüm programları; geçmişimde ve geleceğimde ne kadar varsa hepsini iptal
ediyorum; hemen şimdi; iptal, iptal, iptal…
Sevgili
vertigom; seni seviyorum ve son birkaç yıldır olan birlikteliğimize son
vermenin zamanı geldi. Yaptığın hatırlatmalar için teşekkür ederim, hayatıma
yeni bir yön verdin ama artık gitmelisin, buraya kadar… Yollarımız burada
ayrılsın, hizmetin için teşekkür ederim. Lütfen, artık sen yoluna, ben yoluma,
bir daha karşılaşmamak üzere sana teşekkür ediyorum, seni seviyorum, yolun açık
olsun…
TAHİR
SAKMAN
23 Ağustos, 2025
MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 33 KAR YAĞAR SAÇAKLARA (İÇME BEYİM)
MAZHAR
SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 33 KAR YAĞAR SAÇAKLARA (İÇME BEYİM)
Kar yağar saçaklara
Dökülür bucaklara
Analar kız doğurmuş
Sığmıyor kucaklara
Enginlere
kar yağmış üşümedin mi
Sen
bu işin sonunu düşünmedin mi
İçme
beyim içme sarhoş olursun
Saat
dörtten sonra bir hoş olursun
İçme beyim içme çaydan mı geçtin
Ağzın
yüzün kokuyor konyak mı içtin
İçtiğin
konyak yediğin kaymak
Sen kimin yârisin her yanın oynak
Tüfengim dolu saçma
Gel güzel benden kaçma
Yüreğimde yâre var
Bir yâre de sen açma
Enginlere
kar yağmış üşümedin mi
Sen bu işin sonunu düşünmedin mi
İçme
beyim içme sarhoş olursun
Saat
dörtten sonra bir hoş olursun
İçme
beyim içme çaydan mı geçtin
Ağzın
yüzün kokuyor konyak mı içtin
İçtiğin
konyak yediğin kaymak
Sen
kimin yârisin her yanın oynak
Türkünün
daha geniş sözleri için bakınız; Sakman Tahir, Türkü Hazinesi Mazhar Sakman,
Konya Büyükşehir Yayınları, Hatırat dizisi, Konya.
TAHİR
SAKMAN
22 Ağustos, 2025
ADINI KOYAMADIKLARIMIZ
ADINI
KOYAMADIKLARIMIZ
Adını
bir türlü koyamadıklarımız var, ne yazık ki hâlâ var…
Sille
Seyir Terası… Konya’nın en temiz mesire alanlarından ve Selçuklu Belediyesi’nin
adeta üzerine titrercesine baktığı tertemiz, dumansız… Serin rüzgârın eksik
olmadığı, insanların nefes aldığı gerek şehir manzarasıyla ve gerekse her gün
yıkanan, temizlenen kameriyeleriyle örnek bir alan…
Ama
olmaz… bizim burayı bir şekilde kirletmemiz lazım!
Güneşi
engellemek için bağladığınız ipleri çözmek yerine kesip parçalarını orada
bırakmanızı saymıyorum… doğum günü kutlayacağız diye gürültü çıkarmanızı da… çimenlerin
üzerinde konfeti patlatmanızı da… hatta ve hatta kulağımızın dibinde top
oynayacağız diye pat-pat sesleri arasında huzurumuzu bozmanızı da saymıyorum…
Yani
kuzum pikniğe gidince illa top oynamak zorunda mısınız? Etrafınızda kafa
dinlemeye gelen insanların suçu ne? Kendinizi Messi yerine Vargas yerine koymak
da ne?
Ama
çitlek çitleyip kabuklarını çimenlerin üzerine boca etmiyor musun, işte orada
bir durun arkadaş! Sigaranızı çimenlerin üzerinde söndürüp niye atıyorsunuz
yerlere?
Zaten
yeterince suyumuz yok, zor sulanıyor, bir de sizin bu tür davranışlarınız Sille
Seyir Tepesi’nin yeşil alanlarını mahvediyor, görmüyor musunuz, yoksa bir daha
gelmem diye mi düşünüp yapıyorsunuz? Ya sizden sonra gelenlerin günahı
ne?
Sigaranızı
çimenlerin üzerinde söndürüp atmayın lütfen, çitlediğiniz çekirdeklerin
kabuklarını da çimenlere atmayın, kurutuyorsunuz!
Bu
tür davranışlarınıza bir türlü bir ad koyamadım! Ama söz; sigaranızı nerede
söndürüp nereye atacağınızı ise bir gün karşılarsak kulağınıza söylerim!
TAHİR
SAKMAN
20 Ağustos, 2025
BİR KAŞIĞI CİHANA DEĞER
BİR
KAŞIĞI CİHANA DEĞER
Eskiden
divleklerimiz vardı…
Hatta
“gaşşık gavunlarımız…” Çumra’nın o meşhur kavunlarından artık eser kalmadı, ne
gelirse hepsi “yabandan” geliyor artık…
Şehrin
en önemli sosyalleştiği alanlardan biridir aslında pazarlar… Ne alaka demeyin
hemen, önce bir dinleyin:
Selçuklu
gibi bir devlete başkentlik etmiş; bünyesinde şairleri, mutasavvıfları,
müzisyenleri ve bilim adamlarını barındıran, onları kollayıp himaye eden ve
teknolojiye de öncülük eden öz be öz Türk bir coğrafya… Selçuklu’nun
yıkılmasıyla Karamanoğulları öne çıkmış onlar da Konya’yı başkent yaparak
Türkmen kültürünü, Oğuz kültürünü devam ettirmişlerdir.
Osmanlı’nın
Konya toprağını kendisine bağlamasıyla şehir başkentliğini yitirmiş ve halkı da
bu üzüntüyle yüzyıllar sürecek bir küskünlükle içe kapanmıştır.
Konya
küçük bir şehirdir; bağ evlerinin, kerpiç odalarının serin yazgısında, tozlu
yolların ufukta kaybolduğu bir bozkır coğrafyasıdır.
Pazar
yerleri, halkın birbirini daha sık gördüğü yerlerdir. Hatırlayınız; daha düne
kadar pazar günleri, önce Zindankale’de sonra Muhacir Pazarı’nda pazar günleri
kurulan pazarlarda alışveriş ederdik. Zindankale’de ki pazar yerinde,
bahçemizde bulunan ve buz gibi suyu olan kuyudan testiyi doldurur, iki bardağı
beş kuruşa satardım… Ne paraydı ama…
Bir
keresinde bir bardak doldurmuş ama ikinci bardakta su bitince, bir koşu testiyi
tekrar doldurduktan sonra hemen gelsem de pazarcıyı bulamamıştım… Pazarcı amca;
o içip parasını veremediğin “bir bardak su var ya, helali hoş olsun…”
İşte
o pazarlarda satılırdı divlek… Babam özenle seçerdi, genelde bir tarafları yarık
olurdu hatta ben bay çokbilmiş, bunlar çürük demeye kalksam da… eve gidip de
kaşıkla kavunlara dalınca, çürük olmadığını sadece fazla olgun olduğunu
anlardım.
Şimdi
Çumra’da ne kavun var ne divlek… eskisi gibi ekilmiyor… Bizler o lezzeti tatsak
da yeni neslin hiç haberi bile yok… Hem olsa ne olacak ki o kaşıklar da yok
zaten, metal kaşıklarla mı yiyeceğiz o canım kavunları?
Lokum
desem lokum değil, bal desem bal değil, öyle bir divlek ki bir kaşığı cihana
değer!
TAHİR
SAKMAN
19 Ağustos, 2025
MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 32 KAYA BAŞI EVLERİ
MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 32 KAYA BAŞI EVLERİ
Konya oturaklarında okunan bu türkümüzü Mazhar Sakman 12 telliyle çalıp söylerken, udi Cenap Kendi ile kanun sanatçısı Kazım Büyükşalvarcı eşlik ediyor.
https://www.youtube.com/@tahirsakman-Konya
https://youtu.be/IePqZF6EAfo?si=RnMeORthi3JrCGKl
TAHİR SAKMAN
18 Ağustos, 2025
ŞİMDİ KURU ZAMANI!
ŞİMDİ
KURU ZAMANI!
Muhacir
Pazarı'nın pazarını çok severim...
Hele
bu mevsimde rengarenktir; çiçek bahçesi desem yeridir... Her birinde emek ve
ter olan ve Konya toprağının bereketini yarıştırırcasına sergilenen
domateslerin, biberlerin, patlıcanların, salatalıkların "civir civir"
görüntüsünü hiçbir şeyle değişmem...
“Ayşapla'nın,
Fatmapla'nın...” nasırlı ak elleri öpülesi ninelerimizin,
"diyzelerimizin", emmilerimizin topraktan bereket fışkırtan marifetleriyle
bizlere lütfettikleri, o “canım canım domatislerdeki, balcanlardaki” lezzeti /
şifayı başka bir yerde bulamazsınız...
Eskiden
Konya'nın domatesi, üzümü çıktı mı arkası “güz geldi” derdik... Şimdilerde
erken çıkıyor, pazarda Hatıp üzümü görmek şaşırttı ve sevindirdi tabii ama
dimnit üzümüne daha çok var.
Etli
ekmek yaptıracaksanız, çıkınca haber ederim!
Şimdi
kuru zamanı... Hani eskiden beri adetimiz var ya unutmayın! Ben, o adı biber olsa da üzerine şiirler
söylediğim baldan tatlı, Konya'nın gastronomi simgesi olacak kadar değerli kıl
biberlerden aldım. Sonra yerli balcanlardan... Dolma biber, barbunya ve daha neler
neler...
Bir
kısmını buzluğa bir kısmını kurutmaya ayırdık. Haftaya da domates ve kapya
biber alacağım...
Çekilen
emeğe göre de fiyatları oldukça uygun, turşu zamanı eminim bu fiyatlar ikiye
katlar. İnanın şu anki fiyatlar toplama parası bile değil! Benden söylemesi...
Konya'nın
toprağını ve ona değer katan, anlamlandıran Konya insanını seviyorum...
"Ana guzum ellerimle yaptım" diyen Hatçaba'nın peynirini,
yoğurdunu... Tıpkı anamın peyniri gibi, "çölmekte" tuzlu suyla
beslediği / koruduğu peynir gibi... Damakta bıraktığı lezzeti anlatamam.
Eğer
pazardan almışsanız, Fadimaba'nın eli değmişse vallahide şifadır billahi de...
İki
misli fiyata alasınız gelir; çünkü bu lezzet Konya toprağındadır, bu lezzet
ninelerimizden bize kalan son mirastır...
Bizden
sonraki nesil bu lezzeti tadabilecek mi bilmem ama bildiğim; şimdi kuru zamanı
ve bu lezzetin tekrarı yok!..
TAHİR
SAKMAN
17 Ağustos, 2025
TÜRKÜ TÜRKÜ GİBİ ÇALINMALI OKUNMALIDIR!
![]() |
Fotoğraf
70'li yıllardan, Mazhar Sakman 12 telliyle çalıp söylerken...
TÜRKÜ
TÜRKÜ GİBİ ÇALINMALI OKUNMALIDIR!
Gazeteci,
merhum İbrahim Sur ağabeyimizin sanatçı oğlu Onur Kıvılcım Sur çok doğru bir
yazı paylaşmış.
Babam
Mazhar Sakman'ın çalıp söylediği türküleri yayımlarken de amacım buydu; otantik
şekliyle kaynaktan geleceğe türkülerimize taşımaktır. Bizim ki şair Vural
Kaya'nın kitabımla ilgili yazdığı yazıdaki tespiti gibi "kültürel bir
direniştir."
Teşekkürler
Sevgili Onur...
Onur'un
yazısı şöyle:
Bugün Türk Halk Müziği, adeta kendi yurdunda
sürgünde bir sanat dalına dönüşmüş durumda. Toprakla, gelenekle, halkla kurduğu
o derin bağ giderek koparılıyor; yerini estetik süslemeler, sahne şovları ve
“mistik aura” adı verilen yapay duygu düzenlemeleri alıyor. Herkes kültüre
hizmet ettiğini söylüyor ama yapılan işler çoğu zaman kültüre hizmet değil,
kültürün formunu bozarak içini boşaltmak anlamına geliyor.
Bugünlerde
Türk Halk Müziği adı altında yapılan bazı sahne düzenlemelerinde kulağımıza
çarpan şey artık bir türkü değil, kimliğinden uzaklaştırılmış, tanınmaz hale
getirilmiş bir “sahne gösterisi”dir. Gelenekten, ruhtan ve özden
uzaklaştırılmış, batılı enstrümanlarla “zenginleştirildiği” iddia edilen ama
gerçekte sadece içi boşaltılmış, süslenmiş ve pazarlanabilir hale getirilmiş
bir sesle karşı karşıyayız.
“Mistik
bir hava kattık”, “Doğu ile Batı’yı buluşturduk”, “Sentez yaptık” gibi süslü
ifadelerin ardında, çoğu zaman kaynağa yabancılaşma, halktan kopma ve popüler
beğeniye teslim olma durumu vardır. Oysa halk müziği, kökleri toprağın
derinliklerine uzanan bir çınardır. Onu çekip başka bir saksıya dikemezsiniz.
Elbette
müzik gelişebilir, yeni yollar arayabilir. Ancak bu “arayış” geçmişi hiçe
sayarak değil, onu anlayarak ve taşıyarak olur. Neyin sentez olduğu ile neyin
asimilasyon olduğu arasında çok net bir çizgi vardır. Eğer türkü icra edilirken
bağlama sadece dekor olarak sahnede duruyorsa, eğer halkın sesi yerine yaylı
kuartetlerin tınısı merkeze yerleştiriliyorsa, eğer makamlar yerine akorlarla
armonize edilmiş halk melodileri duyuluyorsa, orada bir sentez değil, kimlik
silinmesi vardır.
Daha
da çarpıcı olan ise bu yaklaşımın sadece bireysel sanatçı tercihleriyle sınırlı
kalmaması. Bu işin içinde olan, çok değer verdiğimiz, "üstad"
dediğimiz bazı insanlar bile, halk müziği konserlerinde batı müziği sazlarını
ana eksene koyabiliyor; “kültür sanat” adı altında barlarda para kaygısıyla
özensiz sahne düzenlemelerine çıkabiliyor. Kimi zaman en güvendiğimiz ustaların
bile, onca halk sazımız dururken batı enstrümanlarıyla bir türküye arabesk
nağmelerle eşlik ettiğini ve alkış aldığını görmek; inanan ve emek veren biri olarak
büyük bir hayal kırıklığı yaratıyor. Çünkü bu sadece bir enstrüman tercihi
değil; bir duruş, bir aidiyet ve bir kültür taşıyıcılığı meselesidir.
Halk
müziği, Anadolu insanının hem sesi hem dili hem de ruhudur. Sazın teliyle
konuşur, hüzünlüce iç çeker, bozlakta haykırır. Bu dili kırmak, bu sesi
bastırmak; sadece müzikal bir müdahale değildir. Bu, aynı zamanda Anadolu’nun
kültürel belleğine yapılan bir saldırıdır. “Mistik bir aura” adı altında içine
dumanlar, elektronik yankılar ve batı motifleri katıldığında, türkünün özü
değil; şekli konuşur, ruhu kaybolur.
Ama
en az bu kadar ciddi bir başka sorun daha var: Kendi kültürünü tanımayan
toplumların, o kültürü bir yabancının elinden “farklı” duyduğunda büyülenmesi.
Bugün Petra gibi, bağlamayı kendi kendine öğrenmiş, Türk müziğine ilgi duyan
yabancı müzisyenlerin videoları büyük ilgi görüyor. Bu iyi niyetli bir çaba
olabilir, saygı duymalıyız. Ben de hayranlıkla dinliyor ve gençlerimize örnek
olduğunu düşünüyorum. Ancak Petra kendi çabasıyla çaldığı bağlamayı, sonrasında
büyük sahnelere taşıyıp, yanına arp, çello, elektro gitar, piyano koyarak;
türküyü kendi bağlamından koparıp “evrenselleştirdiğinde” ne yazık ki büyük alkışlar alıyor.
Ben
de farklı kültürlerde yetişmiş, farklı coğrafyalarda büyümüş yabancıların
müziğimize ilgi duymalarından çok etkilenmiştim. Bir yabancının bizim ezgimize
duyduğu ilgi içten görünüyordu. Ama sonra gördüm ki, o sahnede artık toprak
kokusu yok. Türkü, kendi yatağından çıkmış; büyük orkestraların, dijital
efektlerin, yapay sislerin arasında kaybolmuş. Ve bizim halkımız, kendi
kültüründen koparılmış bir biçimi bile büyülenerek izliyor. Çünkü kendi sesine
uzun zamandır yabancılaştı. Ne yazık ki, bizden birinden türkü duyunca “eski”
diyor, “köylü” diyor; ama bir Avrupalı çaldığında “ne kadar derin, ne kadar
mistik” diyoruz.
Bize
düşen görev, halk müziğini sahneye taşırken onu tutsak etmek değil,
özgürleştirmektir. Batıdan aldığımız bir kemanla, elektro gitarla, piyanoyla ya
da efektle değil; bağlamanın nefesiyle, bozlağın bozkırla kurduğu ilişkiyle
konuşmalıyız.
Kültüre
hizmet etmek, onu halktan koparıp vitrinleştirmek değildir. Kültüre hizmet,
onun ruhunu koruyarak gelecek kuşaklara taşıyabilmektir.
Türküye
mistik bir ruh katmak, elektronik ses cihazlarına koyduğumuz yabancı isimler gibi
anlaşılması güç bir kavram değil, "öz" le, sadelikle, yürekle olur.
Ve o yürek, toprağın kalbinden gelen o sesi tanıyorsa, o zaman gerçek olur.
Bugün bize düşen en büyük görev, özgünlüğümüzü korumaktır. Kültürümüzü
başkasının elinde “süslenmiş” biçimiyle değil, bizim elimizden, bizim
dilimizden, bizim yüreğimizden çıkan haliyle yaşatmak zorundayız.
https://www.facebook.com/share/p/172xQ29ky7/
ONUR
KIVILCIM SUR
16 Ağustos, 2025
MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 31Şu derenin armudu (Ustan kim idi/ Şeker o...
MAZHAR
SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 31 ŞU DERENIN ARMUDU (USTAN KİM İDİ / ŞEKER
OĞLAN/ŞABAB
OĞLAN)
Konya
oturak geleneğinde önemli bir yere sahip olan bu türkümüz hareketli ezgisiyle de
oturakların ruhunu yansıtıyor.
Şu derenin armudu
Kızım baban var mıydı
Annen baban olsaydı
Seni buralarda kor muydu
Ustan
(da) kim idi şeker oğlan (şabab oğlan)
Ablası
dalgalı güzel oğlan
Ustan
(da) kim idi kim idi (yâr)
Akşam
ki gelenler kim idi (yâr)
Bir
taş attım alıca
Bir
kuş vurdum delice
Kız
Mevlâ’yı seversen
Al
beni içeriye
Ustan (da) kim idi şeker oğlan (şabab
oğlan)
Ablası dalgalı güzel oğlan
Ustan (da) kim idi kim idi (yâr)
Akşam ki gelenler kim idi (yâr)
(Ah)
Karşıdaki
kiliseler
Kilidini
kırsalar
Dünya
malı neylerim
Nazlı
yâri verseler
Ustan (da) kim idi şeker oğlan (şabab
oğlan)
Ablası dalgalı güzel oğlan
Ustan (da) kim idi kim idi (yâr)
Akşam ki gelenler kim idi (yâr)
Mazhar
Sakman’ın türkü defterinde ise ilave şu güfteler yazılıdır:
Şu
dere serin dere
Suları
serin dere
Sarılalım
yatalım
İkimiz
bir mindere
Ustan kim idi şeker oğlan
Ablası
dalgalı güzel oğlan
Tenhalarda
nazlı gezen oğlan
Gezip
de bağrımı ezen oğlan
Karşıdaki kilseler
Kilidini kırsalar
Dünya malı neylerim
Nazlı yâri verseler
Ustan
kim idi kim idi yâr
Akşamki
gelenler kimidi yâr
Ocakta
suların ilidi yâr
Bir
taş attım dereye
Ay
düştü pencereye
Kız
Mevlâ’yı seversen
Al
beni içeriye
Ustan kim idi şeker oğlan
Ablası
dalgalı güzel oğlan
Tenhalarda
nazlı gezen oğlan
Gezip
de bağrımı ezen oğlan
Türkünün
notası 2 Mayıs 1963 tarihinde Şehir Postası gazetesinde Mazhar Sakman
tarafından yayımlanmıştır.
https://www.youtube.com/@tahirsakman-Konya
https://youtu.be/23s6rzJEkX4?si=ZdYVHXTlOb8Ttixx
TAHİR SAKMAN
Kaydol:
Yorumlar (Atom)


















