YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

08 Eylül, 2025

ZIKKIM FESTİVALİ

 


ZIKKIM FESTİVALİ
 
Seni anlamakta çok zorlanıyorum şehir...
 
Aslında seni değil; şehirlileri, belki de sonradan Konyalıları...
 
Şehrin her yerine afişler asıyorsunuz, mitingler yapıyorsunuz ya sonra?
 
Bir karar verin artık, bir öyle bir böyle olmuyor!
 
Belki de muhafazakâr olan bir yerel yönetim, böyle bir şey yapmanın zamanının olmadığının farkına varamadı!
 
Ya siz? Tamam anladık aç kalamazsınız, yemek zorundasınız ama... astığınız sloganlar vardı ya hani her trafik ışıklarında yapıştırdığınız, onlar yalan mıydı?
 
Kıtlıktan mı çıktınız, açlıktan kırılmış gibi festival alanına hücum ederek tıkınırken, astığınız afişler aklınıza gelip yüzünüz kızarmadı mı?
 
Zıkkım da bir yiyecektir...
 
Organizasyona diyeceğim yok, iyi çalışılmış... Ama diyorum ki harcadığınız milyonları Gazze'de açlıktan ölmek üzere olan çocuklara yollasaydınız, daha çok piar yapmaz mıydınız?
 
Kursağınızdan nasıl geçti... Gazze'de bir halk yok ediliyor, çocuklar... mini minnacık çocukların feryadını duysaydınız en azından...
 
O çocukların yanı başında bombalar patlarken, bizler balon patlatmakla uğraşıyoruz...
 
Ben muhafazakâr değilim; insanım ve yüreğim elvermiyor, abluka altında, toprakları işgal edilen ve yok edilmek üzere olan bir halk varken, şehrimde... anladınız siz onu...
 
Öncesi de anlamayanlar içindi zaten...
 
TAHİR SAKMAN

07 Eylül, 2025

TÜRKÜLERİN OKUNDUKÇA YAŞARSIN









TÜRKÜLERİN OKUNDUKÇA YAŞARSIN
 
31 yıl önce bugün ebediyete uğurlamıştık, sevgili babacığım Mazhar Sakman’ı…
 
Konya oturaklarının “sarı oğlanı” sanki hiç ölmemiş gibi türküleriyle hayatta… her okunan türküde ruhunun şad olduğunu, kulağının Konya semalarında yankılanan türkülerde olduğunu biliyorum…




 
Hem alaylı hem mektepli yanınla şehrin türkü kültürüne çok hizmet ettin ve karşılığında hiçbir şey beklemedin; istediğin tek şey türkülerimizin geleceğe doğru intikal etmesiydi…
 
Notalarını yazdın, gelenekten geleceğe, kaynaktan radyoya, televizyonlara, arşivlere yüzyıl önce okunan haliyle girmesi için çok emek sarf ettin… Vefatından 31 yıl sonra hâlâ senin okuduğun türküler şehir kültürüne renk katıyor.




 
Konya divan ayağına, Âşık Şem’i’nin sözlerini döşeyerek okuduğun Konya Methiyesi şehri anlatan bir eser olarak da geleceğe intikal etmiştir. “Fırın üstünde fırın” ve diğer türkülerimiz her okunduğunda eşlik ettiğini, “aklım çıkıvıracak” dediğini duyar gibiyim…
 
Ruhun şad olsun, türkülerimiz yaşadıkça 12 telliyle özdeşleşen ismin daima anılacaktır… Türkülerin okundukça ölmeyeceksin biliyorum sevgili babacığım…
 
TAHİR SAKMAN
 

05 Eylül, 2025

İNSANLIK AĞARMAZ


 

İNSANLIK AĞARMAZ
 
Yıllar önce gitmiştim Kudüs’e…
 
Enteresan bir enerji var orada sizi karşılayan… Kutsal kitaplarda sözü geçen topraklara ayak basmanın farklı duygu yansımalarına şahit oluyorsunuz ve tabii ki ezilen, toprakları işgal edilen bir halkın çığlığı içinizi parçalıyor…
 
Hele ki çocuklar…
 
Ah o çocuklar ki attıkları taşlara kalkan olacak bir madde henüz icat edilmedi…
 
Tabii bir de oralarda şehit olan dedelerimiz geliyor aklımıza… İngilizlerle bir olup sırtımızdan hançerlendiğimiz…
 
Filistin bizim davamız değildir ama… Filistin bir insanlık davasıdır; modern dünyanın gözü önünde soykırıma tabi tutulan, açlığa mahkum edilen bir halk… Elbette mazlumdur…
 
El Halil’de, evlerine gitmek için turnikeden geçen bir halk, Gazze’de utanç duvarı ki şimdi artık Gazze diye de bir yer yok!
 
Okul çıkışında mini minnacık çocukların attıkları taşlar, modern dünyanın bombalarından daha derin iz bırakmıştı bende ve bu şiiri söylemiştim, içim yanarak…
 
İnsanlık ağarmaz demiştim ve ağarmadı insanlık; şimdi aç bırakarak silahlarıyla yapamadıklarını yapıyorlar…
 
Okullar açılırken… Filistinli çocukların ellerinde artık taş da kalmadı çünkü hepsi açlıkla pençeleşiyorlar…
 
İnsanlık ağarmadı; tam tersi emperyal emeller açığa çıktı…  
 
 
İNSANLIK AĞARMAZ
 
-filistinli çocuklara-
 
el aksa ağarır gün ağarmaz
harem’de sabah yoktur
filistin sürgündür kendine
 
ve çocuklar ebabil kuşları
yürekleri büyük
taşları daha da büyük
ağır mı ağır yüreğimde
batı şeria’da el halil’de gazze’de
çocuk taşlar duadır/ gökyüzünde
 
duvarların ardında saklı
insanlık kan revan
utançtır esarettir umutlar yasaklı
filistinli yaşamak keskin bir bıçak
ağır müslümanlar ağır uykularda
oysa güvercindir çocuklar uyumaz
özgürlük türküsüdür yalın ayak
hasretle titreşen derin sularda
 
kubbet-üs sahra ağarır
insanlık ağarmaz
muallak taşı gibi duygular ayakta
 
bir mermi ilişir gözüme
adresi belli değil
bir silah patlar
insanlık öldü mü ne
 
ezanlar ağarır gün ağarmaz
özgürlüktür barıştır yükselir yücelerde
filistinli çocukların erişeceği yerde
 
TAHİR SAKMAN
 

04 Eylül, 2025

DİMEDİ DİMEYİN ETLEKMEK ÇARPACAK SİZİ!


 Muhterem Nevin Halıcı Hocam hatırlattı, 4 yıl önce paylaşmıştım... ne etli ekmek eskir ne bizim etli ekmek sevdamız:


DİMEDİ DİMEYİN ETLEKMEK ÇARPACAK SİZİ!


Efendim dün etli ekmekten bahsettik ya, nasıl yenildiğini elbette Konyalılar bilir ama bilmeyenler için yazmakta fayda görüyorum:


Bu konuyu sakın hafife alıp da sulandırmayalım lütfen; çünkü etli ekmek biz Konyalılar için bir yaşam biçimidir; düğünlerimizde özellikle sünnetlerde, cenazemizde hep o vardır…


Sanırsınız ki etli ekmek olmazsa cenaze ortada kalacak veya sünnetçi yarım kesecek! (Ama rahmetli kokuyu alır da kalkar gelirse ona ben karışmam!) Sağdıçların da baş yemeğidir etli etmek yani damat etli ekmek yemezse takatsiz kalabilir!

Şimdi lokantalarda çatalla yemek, etli ekmeğe yapılan ağır bir tacizdir. Etli ekmek hazretlerini elinizle bölerek yiyeceksiniz hatta makbul olan öyle tabakta değil eski bir gazetenin üzerine serip yemektir.

Şimdi bir de bize iftira itmeyin okumuyorlar diye; etlekmek yirken her satırını okuruz valla!

Etli ekmeğin ruhu şad olsun istiyorsanız yanında şalgam, kola değil ayran içebilirsiniz. Unutmadan; etli ekmeğe limon sıkılmaz, siz gidin, o limonu aklınıza sıkın!

Baştan alıyorum:

Şimdi etli ekmeği fırından alır almaz mümkünse hiç kestirmeden gazeteye sarıyorsunuz sonra uçarak bizim fakirhaneye geliyorsunuz. Şayet yolu bulamazsanız Kültür Park’ın çimenleri üzerine veya Üçler Mezarlığı’nın duvarının dibine oturup (hastaneye yakın bir yer de olabilir; çünkü adabıyla yemezseniz ilk yardım kolay olur) özenle besmeleler çekerek, iki elinizle koparıp yiyorsunuz. (Beni çağırmazsanız vallahi hakkım kalır!)

Etli ekmeğin yanına üzüm… şimdi Hatıp’ın dimnit üzümlerinin tam zamanı, nasıl gider bir bilseniz? (Kenan Abim hatırlattı; Çumra'nın divleği hele gaşşık gavunu olursa aliyyül âlâ olur.)

Yazın; biber közlemesi, domates, kışın; yeşil soğan veya turp… Bunun haricindeki söğüşlerin hepsi geçersizdir ve etli ekmeğin yanında yeri yoktur. Maydanozu bir tutam serpebilirsiniz.

Bakın Gonyalılar; böyle yimeyenleri görüyorum ve çok üzülüyorum! Etlekmeğe zulüm itmekten vazgeçin! Böyle devam iderseniz, vallaha etlekmek çarpacak sizi, dimedi dimeyin! Benden dimesi…

Şimdi bu kadar lafın üstüne bir şiir söylemezsek; Nevin Halıcı bu yanda, öte yanda da vallaha bu etlekmek, iki yakamdan tutar da sonra hesabını veremem!

ETLİ EKMEK


Canım çekti yine bugün
Aklım aldın etli ekmek
Fırınlarda sıra mı var
Nerde kaldın etli ekmek


Kaburgadan etin kardım
Domatesle biber sardım
Azıcık da soğan yardım
Sanki baldın etli ekmek


Zırh altında sildim seni
Okşayarak dildim seni
Benden önce bildim seni
Aşka geldin etli ekmek


Mayalanıp dinlendin mi
Şu Konya’da ünlendin mi
Koltuklarda inledin mi
Yerken güldün etli ekmek


İlla bir buçuk olmalı
Yanına ayran dolmalı
Nazikçe elle bölmeli
Hep hayaldin etli ekmek


Küreklere verdim seni
Ateşlere sardım seni
Gazeteye serdim seni
Düne daldın etli ekmek


Yalan oldu her şey yalan
Bir rüyadır şimdi olan
İhtişamlı dünden kalan
Bir masaldın etli ekmek


Sanmayınız cefalıyım
Yiyenlere vefalıyım
Etli ekmek kafalıyım
Şimdi bildin etli ekmek


TAHİR SAKMAN

03 Eylül, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 35-36 ÇUHACIOĞLU PEŞREVİ-SANDIKLI'NIN TARLA...



MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 35-36 ÇUHACIOĞLU PEŞREVİ-SANDIKLI’NIN TARLALARI HENDEKLİ
 
Konya oturaklarında ilk çalınan bu eser her ne kadar peşrev diye nitelendirilse de klasik anlamda bir peşrev değildir ve 11 Ekim 1975 tarihindeki kaydın girişinde Mazhar Sakman bundan söz ederek “bu bir girizgâhtır” demektedir.
 
Bilindiği gibi Konya oturakları, “Çuhacıoğlu Peşrevi” ile açılmaktadır. Onsuz Konya oturaklarını düşünmek mümkün değildir. Enstrümantal olarak icra edilen bu peşrev, klasik Türk müziğindeki anlamıyla bir peşrev değildir. Bu bir girizgâhtır, gösteriştir. Konya oturaklarında genel olarak enstrümantal olarak icra edilen bu peşrev, zaman zaman:
 
“İndim yârin bahçesine gülleri var fincan gibi
Yanağında üç beni var her biri mercan gibi
Sarılalım sarmaşalım ikimiz bir can gibi
İkimiz kavledelim ya onu sev ya beni”
 
Diye başlayan sözlerle de nadiren de olsa okunmaktadır.
 
Kaydın başındaki merhum Sakman’ın kısa konuşmasından anladığımız; yayımladığımız bu kayıtların kayda alınmaya başlandığı tarihi de işaret etmekte ve merhum Sakman evlatlarına bir yadigâr olarak bırakmak istediğini ve çaldıkları/çalacakları türkülerin Konya tavrını esas aldığını belirtmişti.
 
Peşrevin arkasında okunan türkü ise Sandıklı’nın tarlaları hendekli ismini taşıyor ve bu türke de peşrevden sonra çalınması adet olan bir türküdür.
 
SANDIKLININ TARLALARI HENDEKLİ
 
Sandıklının tarlaları hendekli
Şimdi kızlar fındık yemez fıstık yer
Benim yârim nerde kaldı gelmedi
    Diyemem diyemem sana diyen dil biter
    Yastık yorgan yerine beyaz kolların yeter
 
Ardıç arasında biter yandaklar
Kiraza mı dönmüş ince dudaklar
Hani senin adadığın adaklar  
    Tabaka benim tütün benim keyf benim
    Öper sever gidersem kâhyam mıdır el benim
 
Türküyü böyle okuyan Mazhar Sakman’ın, türkü defterinde ise ilâve şu sözler yazılıdır:
 
Ayva dibi serin olur yatmaya
Kızlar gelmiş seyrimize bakmaya
Altın ister ak gerdana takmaya
    Tabaka benim tütün benim keyf benim
    Öper sever giderim kâhyam mıdır el benim
 
Türküyü notaya alan Mazhar Sakman, 15 Mart 1963 ve 16 Mart 1963 tarihinde Şehir Postası gazetesinde “Bir Ateş Ver” ismiyle yayımlamıştır. Notanın üzerinde değişik farklı şu güfte yazılıdır:
 
Bir ateş ver cigaramı yakayım
Sen salın da ben boyuna bakayım
Gerdanına liralar mı takayım
    Tabaka benim tütün benim keyf benim
    Ben o yâri severim kâhyam mıdır el benim
 
Bir ateş ver cigaramı yakmaya
Kızlar gelmiş seyrimize bakmaya
Altın ister ak gerdana takmaya
 
Türkünün ilginç metni arasında yer alan “Tabaka benim tütün benim keyf benim/Öper sever giderim kâhyam mıdır el benim” şeklindeki sözler, Konya oturaklarının ve Konyalı hovardaların vurdumduymaz ruh halini yansıtan en iyi örneklerden birisidir.
 
TAHİR SAKMAN


02 Eylül, 2025

“EĞİTİMLE YAZIYLA GEÇİVEREN BİR HAYAT”


 

“EĞİTİMLE YAZIYLA GEÇİVEREN BİR HAYAT”
 
Ne güzel bir hayattır, bilir misiniz?
 
Eğer yazdıklarınızın yüzyıl sonra bile okunacağını ve bir değer olarak nice yüzyıllar kalacağını bilseniz; bütün işiniz, gücünüz yazmak olmaz mıydı?
 
Bu şehirle, Konya ile ilgili olan kişisel tarihleri, anıları çok seviyorum; çünkü onların içinde yaşadığım ve çok sevdiğim şehrin kokuları vardır. Öncesiyle sonrasıyla bu şehre ait olan ne varsa kabulümdür…
 
Profesör Mustafa Özcan Hocam bunu hep yapıyor; yılların ötesine geçerek arşivlerin tozlu, rutubetli, havasız ortamlarında aylarca çalışarak şehrin hatıralarını gün ışığına çıkarıyor. Bir Konyalıdan daha çok vefa duygusuna sarılarak…
 
İki binli yıllarda Hocamla birlikte Şair Panos Özararat’ın şiirlerini derleyerek yayımlamayı planlamıştık ama sanırım telif sorunları yüzünden kalmıştı… O günden bu yana Hocam birçok Konyalı yazarın değerli yazılarını derledi, toparladı, tasnif etti ve yenil nesil Konyalıların istifadesine sundu.  
 
Bazı kitaplar vardır, oldukça gösterişlidir… Bazı kitaplarsa içerdiği bilgilerle kütüphanelerin baş köşesinde yer almayı hak eder ve oldukça gösterişsizdir ama kapağını açtığınız zaman sizi içerisine öyle bir çeker ki çıkamazsınız… Zamanın dehlizlerinde gezerken karşınıza tanıdık simalar, mekânlar çıkar ve hatıraların, makalelerin ışığında geleceğe yürürsünüz…
 
“Bir Cumhuriyet Öğretmeni Namık Ayas’ın Gözüyle Konya” isimli kitapla bunu başarmış Mustafa Özcan Hocam… Babası gibi bir öğretmen olan kızı Günden Ayas Ebesek Hanımefendi, babasının hayırlı bir evladı olarak imzalayarak lütfetmiş, kargodan çıktığı günden itibaren çalışma masamın üstünde sayfalarında… eski şehrin, tazelenmiş yazılarında geziniyorum…
 
Bir eğitimci ve yazarın gözüyle… daha da önemlisi bir başöğretmenin ve kadim bir Konya çocuğunun gözlemlerini okurken merhum Namık Ayas’ın, o eski Konya’nın ne denli bir kültür hazinesine sahip olduğuna bir kez daha şahitlik ediyorsunuz…
 
Edebiyattan şehirdeki kültürel faaliyetlere, Belediye hizmetlerinden gezi yazılarına ve daha nice konuda, çok geniş bir yelpazede yazdığı yazıların içinde Konya ile ilgili her şey vardır. Yeni Konya gazetesinin yazı işler müdürlüğünü de üstlenen merhum Ayas, Konya Gazeteciler Cemiyeti’nin de başkanlığını üstlenmiş ve Konya basın camiasına da önemli hizmetler vermiştir.
 
2001 yılındaki vefatından sonra merhum Şair Feyzi Halıcı şöyle yazmıştır:
 
1950’li yılların güzel Konya’sı
Bir dernekte bütünleşmişti basın dünyası
Başlamıştı kültür tarih sanat kampanyası
Bir tarih gibi bağrımıza bastık bu yası
Rahmetle anıyoruz Başkan Namık Ayası
 
Çizgi Yayınları tarafından yayımlanan kitap büyük boy, 198 sayfa… Namık Ayas’ın biyografik bilgileriyle başlayan kitap, merhumun yayımladığı makaleler tasnif edilerek, 13 bölümde incelenmiş ve makalelerden kesitler sunulmuş. Kitabın sonuna eklenen kaynakça ise araştırmacılar için tam bir hazine değeri taşıyor. Bu sayede merhum Ayas’ın yazılarına kaynağından da ulaşmanız mümkün oluyor.
 
Kitapla ilgili yazılacak çok şey var ama… siz en iyisi kitabı kendiniz okuyun ve okuyunca bana hak vereceğinizi biliyorum. Tüm emeği geçenleri kutlarken, merhum Namık Ayas’a da rahmetler diliyorum.
 
Merhum Başöğretmen Ayas’ın kendi ifadesiyle “eğitimle, yazıyla geçiveren bir hayat” asla geçen bir hayat değildir; yazdıkları şehre ışık tutmaya nice yıllar devam edecek ve geleceğin Konyalısı da rahmet ve minnetle anacaktır.
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 

01 Eylül, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 34 HEM OKUDUM HEM YAZDIM


MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 34 HEM OKUDUM HEM YAZDIM


Seferberlik yıllarının acı hatırasından kalan ve birçok varyantı olan bu türkümüzü Mazhar Sakman, Konya tavrıyla söylerken kendisine utla Cenap Kendi, kanunla Kazım Büyükşalvarcı eşlik ediyor.


TAHİR SAKMAN
 


31 Ağustos, 2025

VERTİGOYA KISA NOTLAR


 

VERTİGOYA KISA NOTLAR
 
  • Geçtiğimiz hafta vertigo nedeniyle dijital ortamdan uzak kalmam gerekti. Bir yıla yakın bir süredir ziyaretime gelmeyen vertigo nihayet hatırladı! (Hatırlamaz gomaz ol!)
 
  • Bu sefer manevra yapmadan gitti öyle anlaştık ve bir daha da gelmeyecek, anlaşmaya uyacağını umuyorum!
 
  • Sabahları 06.30 gibi Şefikcan Parkı’nda bir saate yakın yürüyorum; egzoz kokularından uzak, Takkeli’den esen serin rüzgârlar eşliğinde…
 
  • Bu park, bölge için can simidi, doğrusu belediye de iyi bakıyor, bunca kullanıma rağmen temiz ve yeşil…
 
  • Arada bir “tas kafalılar” halkın huzurunu bozmaya yeltense de emniyet güçlerinin önleyici tedbirleri sayesinde bu yıl park huzur dolu…
 
  • Memlekette neler olmuş neler… Torunu yaşındaki bir kıza nasıl baktıysa…
 
  • Biz erkekler kadınların giyinmesine karıştığımız müddetçe… Böyle bir hakkı kendimizde görürken…
 
  • Kadınlar da erkeklerin giyimine bir el atsalar mı?
 
  • Bazı giyim tarzlarının “tepki” olduğunu özellikle gençlerin mesaj verdiğini anlamamız gerekiyor sanırım!
 
  • Sayın Vekil pazarda sormuş, pazarcı da “ayıp olmasın” diye bir tık yükseltmiş; “300 lira yeter” demiş…
 
  • Ben sormuyorum; söylemesi ayıp (ayıpsa niye söylüyorum o da ayrı bir muamma) bugün pazardaydım oldukça ekonomik bir alışveriş yaptım; 1250 TL…
 
  • Hatıp’ın dimnit üzümü çıkmış; bir sevindim bir sevindim… Şekere rağmen aldım, haftaya ya bulunur ya bulunmaz; çünkü dimnitin zamanı çabuk geçer…
 
  • Etli ekmeğin yanında dimnit üzümü… Rahmetli, Şair Feyzi Halıcı ağabeyim çok severdi… Yerken de onu anacağım…
 
  • 30 Ağustos… Türk’ün gurur günü, manevi huzurlarında Yüce Önderimiz Atatürk’e ve silah arkadaşlarına bir kez daha bağlılığımızı ilettik.
 
  • Konya, Atatürk’ün en sevdiği şehirlerden birisidir manevi babalığını kendisi bu şehirden seçmiştir.
 
  • En az Atatürk kadar ben de bu şehri seviyorum…
 
  • Sevgili vertigo, gittin mi? “Çabuk git de enseni güneş yakmasın!”
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 
 
 

30 Ağustos, 2025

30 AĞUSTOS TÜRK MUCİZESİ


 

30 AĞUSTOS TÜRK MUCİZESİ
 
1921 yılı… Kış oldukça çetindir, düşman sayıca silah mühimmat üstünlüğüyle ve Batı’nın “tek dişi kalmış canavar”ın desteğiyle Anadolu’da katliamlar yapmaktadır.
 
Türk Milleti, “hainlik derecesine varan kandırılmışları” saymazsak, tek vücuttur. Erkeğiyle kadınıyla, genciyle yaşlısıyla vatanı korumak için göğsünü siper etmiştir. Yüzyıllardır savaştan savaşa koşan millet yorgundur, umutsuzdur, cephanesizdir. Üstelik asırlardır kul oldukları padişah, düşmana karşı savaşılmasını istememekte, İngiliz ve Yunan uçakları halkın dini duygularını istismar eden, dünya durdukça yaşayacak olan ülkemde, kıyamete dek lanetlenecek olan “Dürrizade” ve benzerlerinin sözde fetvalarıyla kafası karıştırılmaktadır.



Bir tek adam çıkar; umudu millettir! O umudun adı Mustafa Kemal’dir…
 
O bir adam yüzbinler olur akar… En başta kadınlarımız mesela Şerife Bacı, rahmet olsun…
 
Kadınların olmadığı bir devrim asla devrim olmaz, kadınlar savaşın en önünde, cephede kucağında bebesiyle vatana hizmet etmektedir. İnebolu’ya takalar gelir cephane, silah taşırlar İngiliz depolarından baskınlarla kaçırdıklarını…
 
İnebolu’dan Kastamonu’ya… İstiklal yoludur bu; zorludur, karlıdır geçit vermez ama kadınlarımız, kızlarımız, taze gelinlerimiz hariç…
 
Kağnılarla kar altında soğuktan donsalar da battaniyelerini cephaneler ıslanmasın diye kendi üzerlerine almazlar. Bebelerini istiklal ateşiyle ısıtırlar…
 
1921 yılının çetin kışında Şerife Bacı kışlanın önüne kadar gelir ve kutsal vazifesini bitirmenin onuruyla yığılır; bebesi hayattadır, cephaneler ıslanmamıştır…
 
Bu Türk mucizesidir; bu Gazi Mustafa Kemal mucizesidir. Bir vatan örgütlenmiş; kağnıyla, kamyonu yenmiştir. Şerife Bacı ve diğer kahraman bacılarımızın çektiği kağnıların hızına rüzgâr yetişememiştir.



Bu Türk mucizesidir. Türk süvarileri o gün gökyüzünü yararak ilerlemiştir, al bayrağımızı bulutlara dikmiştir. Her karışında şehitlerimizin kanı olan ülkemiz aydınlık yarınlar için hazırdır.



 
Bu Türk mucizesidir ve Atatürk’ün liderliğinde emperyalizme verilen bir derstir.
 
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e Türk ulusunun imanı tamdır:
 
“Ne mutlu Türk’üm diyene…”
 
TAHİR SAKMAN




 
 

25 Ağustos, 2025

SEVGİLİ VERTİGOM!



SEVGİLİ VERTİGOM!
 
Yaşantımın büyük bölümünde başım hep yükseklerdeydi; bulut bulut, yıldız yıldız gezdim. Ne başım dünyaya sığdı ne yüreğim evrene…
 
Buna rağmen son birkaç yıldır hayatıma sen girdin; neyi öğretmek istediğini, yaşantımda neyin eksik olduğunu seninle yeniden bir keşfe çıktım… ama sen bir türlü gitmedin, her gelişin yeni sorulara kapı açtı, sürekli…
 
Sence başım yeteri derecede dönmedi mi? Daha mı yükseklere çıkmalıyım; hangi gezegenin, hangi kuşun kanadında, hangi özgürlüğe kanat çırpmalıyım?
 
Daha yüksekleri belki kaldıramam, belki istemiyorumdur, bundan haberli misin?
 
 
Öğrenmek istediğim dersi aldım sanıyorum ve hayatımı sensiz düzenlemek istiyorum, beni anlıyor musun?
 
Seninle olan tüm programları; geçmişimde ve geleceğimde ne kadar varsa hepsini iptal ediyorum; hemen şimdi; iptal, iptal, iptal…
 
Sevgili vertigom; seni seviyorum ve son birkaç yıldır olan birlikteliğimize son vermenin zamanı geldi. Yaptığın hatırlatmalar için teşekkür ederim, hayatıma yeni bir yön verdin ama artık gitmelisin, buraya kadar… Yollarımız burada ayrılsın, hizmetin için teşekkür ederim. Lütfen, artık sen yoluna, ben yoluma, bir daha karşılaşmamak üzere sana teşekkür ediyorum, seni seviyorum, yolun açık olsun…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

 


 

23 Ağustos, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 33 KAR YAĞAR SAÇAKLARA (İÇME BEYİM)



MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 33 KAR YAĞAR SAÇAKLARA (İÇME BEYİM)
 
 Kar yağar saçaklara
 Dökülür bucaklara
 Analar kız doğurmuş
 Sığmıyor kucaklara
    Enginlere kar yağmış üşümedin mi
    Sen bu işin sonunu düşünmedin mi
        İçme beyim içme sarhoş olursun
        Saat dörtten sonra bir hoş olursun
            İçme beyim içme çaydan mı geçtin
            Ağzın yüzün kokuyor konyak mı içtin
               İçtiğin konyak yediğin kaymak
               Sen kimin yârisin her yanın oynak
 
 Tüfengim dolu saçma
 Gel güzel benden kaçma
 Yüreğimde yâre var
 Bir yâre de sen açma
     Enginlere kar yağmış üşümedin mi
     Sen bu işin sonunu düşünmedin mi
         İçme beyim içme sarhoş olursun
         Saat dörtten sonra bir hoş olursun
             İçme beyim içme çaydan mı geçtin
             Ağzın yüzün kokuyor konyak mı içtin
                İçtiğin konyak yediğin kaymak
                Sen kimin yârisin her yanın oynak
 
Türkünün daha geniş sözleri için bakınız; Sakman Tahir, Türkü Hazinesi Mazhar Sakman, Konya Büyükşehir Yayınları, Hatırat dizisi, Konya.


 
TAHİR SAKMAN


22 Ağustos, 2025

ADINI KOYAMADIKLARIMIZ


ADINI KOYAMADIKLARIMIZ
 
Adını bir türlü koyamadıklarımız var, ne yazık ki hâlâ var…
 
Sille Seyir Terası… Konya’nın en temiz mesire alanlarından ve Selçuklu Belediyesi’nin adeta üzerine titrercesine baktığı tertemiz, dumansız… Serin rüzgârın eksik olmadığı, insanların nefes aldığı gerek şehir manzarasıyla ve gerekse her gün yıkanan, temizlenen kameriyeleriyle örnek bir alan…



Ama olmaz… bizim burayı bir şekilde kirletmemiz lazım!
 
Güneşi engellemek için bağladığınız ipleri çözmek yerine kesip parçalarını orada bırakmanızı saymıyorum… doğum günü kutlayacağız diye gürültü çıkarmanızı da… çimenlerin üzerinde konfeti patlatmanızı da… hatta ve hatta kulağımızın dibinde top oynayacağız diye pat-pat sesleri arasında huzurumuzu bozmanızı da saymıyorum…
 
Yani kuzum pikniğe gidince illa top oynamak zorunda mısınız? Etrafınızda kafa dinlemeye gelen insanların suçu ne? Kendinizi Messi yerine Vargas yerine koymak da ne?



 
Ama çitlek çitleyip kabuklarını çimenlerin üzerine boca etmiyor musun, işte orada bir durun arkadaş! Sigaranızı çimenlerin üzerinde söndürüp niye atıyorsunuz yerlere?
 
Zaten yeterince suyumuz yok, zor sulanıyor, bir de sizin bu tür davranışlarınız Sille Seyir Tepesi’nin yeşil alanlarını mahvediyor, görmüyor musunuz, yoksa bir daha gelmem diye mi düşünüp yapıyorsunuz? Ya sizden sonra gelenlerin günahı ne?



 
Sigaranızı çimenlerin üzerinde söndürüp atmayın lütfen, çitlediğiniz çekirdeklerin kabuklarını da çimenlere atmayın, kurutuyorsunuz!
 
Bu tür davranışlarınıza bir türlü bir ad koyamadım! Ama söz; sigaranızı nerede söndürüp nereye atacağınızı ise bir gün karşılarsak kulağınıza söylerim!
 
TAHİR SAKMAN
 
 

20 Ağustos, 2025

BİR KAŞIĞI CİHANA DEĞER


 

BİR KAŞIĞI CİHANA DEĞER
 
Eskiden divleklerimiz vardı…
 
Hatta “gaşşık gavunlarımız…” Çumra’nın o meşhur kavunlarından artık eser kalmadı, ne gelirse hepsi “yabandan” geliyor artık…
 
Şehrin en önemli sosyalleştiği alanlardan biridir aslında pazarlar… Ne alaka demeyin hemen, önce bir dinleyin:
 
Selçuklu gibi bir devlete başkentlik etmiş; bünyesinde şairleri, mutasavvıfları, müzisyenleri ve bilim adamlarını barındıran, onları kollayıp himaye eden ve teknolojiye de öncülük eden öz be öz Türk bir coğrafya… Selçuklu’nun yıkılmasıyla Karamanoğulları öne çıkmış onlar da Konya’yı başkent yaparak Türkmen kültürünü, Oğuz kültürünü devam ettirmişlerdir.
 
Osmanlı’nın Konya toprağını kendisine bağlamasıyla şehir başkentliğini yitirmiş ve halkı da bu üzüntüyle yüzyıllar sürecek bir küskünlükle içe kapanmıştır.
 
Konya küçük bir şehirdir; bağ evlerinin, kerpiç odalarının serin yazgısında, tozlu yolların ufukta kaybolduğu bir bozkır coğrafyasıdır.
 
Pazar yerleri, halkın birbirini daha sık gördüğü yerlerdir. Hatırlayınız; daha düne kadar pazar günleri, önce Zindankale’de sonra Muhacir Pazarı’nda pazar günleri kurulan pazarlarda alışveriş ederdik. Zindankale’de ki pazar yerinde, bahçemizde bulunan ve buz gibi suyu olan kuyudan testiyi doldurur, iki bardağı beş kuruşa satardım… Ne paraydı ama…
 
Bir keresinde bir bardak doldurmuş ama ikinci bardakta su bitince, bir koşu testiyi tekrar doldurduktan sonra hemen gelsem de pazarcıyı bulamamıştım… Pazarcı amca; o içip parasını veremediğin “bir bardak su var ya, helali hoş olsun…”
 
İşte o pazarlarda satılırdı divlek… Babam özenle seçerdi, genelde bir tarafları yarık olurdu hatta ben bay çokbilmiş, bunlar çürük demeye kalksam da… eve gidip de kaşıkla kavunlara dalınca, çürük olmadığını sadece fazla olgun olduğunu anlardım.
 
Şimdi Çumra’da ne kavun var ne divlek… eskisi gibi ekilmiyor… Bizler o lezzeti tatsak da yeni neslin hiç haberi bile yok… Hem olsa ne olacak ki o kaşıklar da yok zaten, metal kaşıklarla mı yiyeceğiz o canım kavunları?
 
Lokum desem lokum değil, bal desem bal değil, öyle bir divlek ki bir kaşığı cihana değer!
 
TAHİR SAKMAN
 
 

19 Ağustos, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 32 KAYA BAŞI EVLERİ


MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 32 KAYA BAŞI EVLERİ

Konya oturaklarında okunan bu türkümüzü Mazhar Sakman 12 telliyle çalıp söylerken, udi Cenap Kendi ile kanun sanatçısı Kazım Büyükşalvarcı eşlik ediyor.


https://www.youtube.com/@tahirsakman-Konya


https://youtu.be/IePqZF6EAfo?si=RnMeORthi3JrCGKl


TAHİR SAKMAN



18 Ağustos, 2025

ŞİMDİ KURU ZAMANI!


 

ŞİMDİ KURU ZAMANI!
 
Muhacir Pazarı'nın pazarını çok severim...
 
Hele bu mevsimde rengarenktir; çiçek bahçesi desem yeridir... Her birinde emek ve ter olan ve Konya toprağının bereketini yarıştırırcasına sergilenen domateslerin, biberlerin, patlıcanların, salatalıkların "civir civir" görüntüsünü hiçbir şeyle değişmem...
 
“Ayşapla'nın, Fatmapla'nın...” nasırlı ak elleri öpülesi ninelerimizin, "diyzelerimizin", emmilerimizin topraktan bereket fışkırtan marifetleriyle bizlere lütfettikleri, o “canım canım domatislerdeki, balcanlardaki” lezzeti / şifayı başka bir yerde bulamazsınız...
 
Eskiden Konya'nın domatesi, üzümü çıktı mı arkası “güz geldi” derdik... Şimdilerde erken çıkıyor, pazarda Hatıp üzümü görmek şaşırttı ve sevindirdi tabii ama dimnit üzümüne daha çok var.
 
Etli ekmek yaptıracaksanız, çıkınca haber ederim!
 
Şimdi kuru zamanı... Hani eskiden beri adetimiz var ya unutmayın!  Ben, o adı biber olsa da üzerine şiirler söylediğim baldan tatlı, Konya'nın gastronomi simgesi olacak kadar değerli kıl biberlerden aldım. Sonra yerli balcanlardan... Dolma biber, barbunya ve daha neler neler...
 
Bir kısmını buzluğa bir kısmını kurutmaya ayırdık. Haftaya da domates ve kapya biber alacağım...
 
Çekilen emeğe göre de fiyatları oldukça uygun, turşu zamanı eminim bu fiyatlar ikiye katlar. İnanın şu anki fiyatlar toplama parası bile değil! Benden söylemesi...
 
Konya'nın toprağını ve ona değer katan, anlamlandıran Konya insanını seviyorum... "Ana guzum ellerimle yaptım" diyen Hatçaba'nın peynirini, yoğurdunu... Tıpkı anamın peyniri gibi, "çölmekte" tuzlu suyla beslediği / koruduğu peynir gibi... Damakta bıraktığı lezzeti anlatamam.
 
Eğer pazardan almışsanız, Fadimaba'nın eli değmişse vallahide şifadır billahi de...
 
İki misli fiyata alasınız gelir; çünkü bu lezzet Konya toprağındadır, bu lezzet ninelerimizden bize kalan son mirastır...
 
Bizden sonraki nesil bu lezzeti tadabilecek mi bilmem ama bildiğim; şimdi kuru zamanı ve bu lezzetin tekrarı yok!..
 
TAHİR SAKMAN

17 Ağustos, 2025

TÜRKÜ TÜRKÜ GİBİ ÇALINMALI OKUNMALIDIR!

Fotoğraf 70'li yıllardan, Mazhar Sakman 12 telliyle çalıp söylerken...


 

TÜRKÜ TÜRKÜ GİBİ ÇALINMALI OKUNMALIDIR!
 
Gazeteci, merhum İbrahim Sur ağabeyimizin sanatçı oğlu Onur Kıvılcım Sur çok doğru bir yazı paylaşmış.
 
Babam Mazhar Sakman'ın çalıp söylediği türküleri yayımlarken de amacım buydu; otantik şekliyle kaynaktan geleceğe türkülerimize taşımaktır. Bizim ki şair Vural Kaya'nın kitabımla ilgili yazdığı yazıdaki tespiti gibi "kültürel bir direniştir."
 
Teşekkürler Sevgili Onur...
 
Onur'un yazısı şöyle:
 
 Bugün Türk Halk Müziği, adeta kendi yurdunda sürgünde bir sanat dalına dönüşmüş durumda. Toprakla, gelenekle, halkla kurduğu o derin bağ giderek koparılıyor; yerini estetik süslemeler, sahne şovları ve “mistik aura” adı verilen yapay duygu düzenlemeleri alıyor. Herkes kültüre hizmet ettiğini söylüyor ama yapılan işler çoğu zaman kültüre hizmet değil, kültürün formunu bozarak içini boşaltmak anlamına geliyor.
 
Bugünlerde Türk Halk Müziği adı altında yapılan bazı sahne düzenlemelerinde kulağımıza çarpan şey artık bir türkü değil, kimliğinden uzaklaştırılmış, tanınmaz hale getirilmiş bir “sahne gösterisi”dir. Gelenekten, ruhtan ve özden uzaklaştırılmış, batılı enstrümanlarla “zenginleştirildiği” iddia edilen ama gerçekte sadece içi boşaltılmış, süslenmiş ve pazarlanabilir hale getirilmiş bir sesle karşı karşıyayız.
 
“Mistik bir hava kattık”, “Doğu ile Batı’yı buluşturduk”, “Sentez yaptık” gibi süslü ifadelerin ardında, çoğu zaman kaynağa yabancılaşma, halktan kopma ve popüler beğeniye teslim olma durumu vardır. Oysa halk müziği, kökleri toprağın derinliklerine uzanan bir çınardır. Onu çekip başka bir saksıya dikemezsiniz.
Elbette müzik gelişebilir, yeni yollar arayabilir. Ancak bu “arayış” geçmişi hiçe sayarak değil, onu anlayarak ve taşıyarak olur. Neyin sentez olduğu ile neyin asimilasyon olduğu arasında çok net bir çizgi vardır. Eğer türkü icra edilirken bağlama sadece dekor olarak sahnede duruyorsa, eğer halkın sesi yerine yaylı kuartetlerin tınısı merkeze yerleştiriliyorsa, eğer makamlar yerine akorlarla armonize edilmiş halk melodileri duyuluyorsa, orada bir sentez değil, kimlik silinmesi vardır.
 
Daha da çarpıcı olan ise bu yaklaşımın sadece bireysel sanatçı tercihleriyle sınırlı kalmaması. Bu işin içinde olan, çok değer verdiğimiz, "üstad" dediğimiz bazı insanlar bile, halk müziği konserlerinde batı müziği sazlarını ana eksene koyabiliyor; “kültür sanat” adı altında barlarda para kaygısıyla özensiz sahne düzenlemelerine çıkabiliyor. Kimi zaman en güvendiğimiz ustaların bile, onca halk sazımız dururken batı enstrümanlarıyla bir türküye arabesk nağmelerle eşlik ettiğini ve alkış aldığını görmek; inanan ve emek veren biri olarak büyük bir hayal kırıklığı yaratıyor. Çünkü bu sadece bir enstrüman tercihi değil; bir duruş, bir aidiyet ve bir kültür taşıyıcılığı meselesidir.
 
Halk müziği, Anadolu insanının hem sesi hem dili hem de ruhudur. Sazın teliyle konuşur, hüzünlüce iç çeker, bozlakta haykırır. Bu dili kırmak, bu sesi bastırmak; sadece müzikal bir müdahale değildir. Bu, aynı zamanda Anadolu’nun kültürel belleğine yapılan bir saldırıdır. “Mistik bir aura” adı altında içine dumanlar, elektronik yankılar ve batı motifleri katıldığında, türkünün özü değil; şekli konuşur, ruhu kaybolur.
 
Ama en az bu kadar ciddi bir başka sorun daha var: Kendi kültürünü tanımayan toplumların, o kültürü bir yabancının elinden “farklı” duyduğunda büyülenmesi. Bugün Petra gibi, bağlamayı kendi kendine öğrenmiş, Türk müziğine ilgi duyan yabancı müzisyenlerin videoları büyük ilgi görüyor. Bu iyi niyetli bir çaba olabilir, saygı duymalıyız. Ben de hayranlıkla dinliyor ve gençlerimize örnek olduğunu düşünüyorum. Ancak Petra kendi çabasıyla çaldığı bağlamayı, sonrasında büyük sahnelere taşıyıp, yanına arp, çello, elektro gitar, piyano koyarak; türküyü kendi bağlamından koparıp “evrenselleştirdiğinde”  ne yazık ki büyük alkışlar alıyor.
 
Ben de farklı kültürlerde yetişmiş, farklı coğrafyalarda büyümüş yabancıların müziğimize ilgi duymalarından çok etkilenmiştim. Bir yabancının bizim ezgimize duyduğu ilgi içten görünüyordu. Ama sonra gördüm ki, o sahnede artık toprak kokusu yok. Türkü, kendi yatağından çıkmış; büyük orkestraların, dijital efektlerin, yapay sislerin arasında kaybolmuş. Ve bizim halkımız, kendi kültüründen koparılmış bir biçimi bile büyülenerek izliyor. Çünkü kendi sesine uzun zamandır yabancılaştı. Ne yazık ki, bizden birinden türkü duyunca “eski” diyor, “köylü” diyor; ama bir Avrupalı çaldığında “ne kadar derin, ne kadar mistik” diyoruz.
 
Bize düşen görev, halk müziğini sahneye taşırken onu tutsak etmek değil, özgürleştirmektir. Batıdan aldığımız bir kemanla, elektro gitarla, piyanoyla ya da efektle değil; bağlamanın nefesiyle, bozlağın bozkırla kurduğu ilişkiyle konuşmalıyız.
 
Kültüre hizmet etmek, onu halktan koparıp vitrinleştirmek değildir. Kültüre hizmet, onun ruhunu koruyarak gelecek kuşaklara taşıyabilmektir.
 
Türküye mistik bir ruh katmak, elektronik ses cihazlarına koyduğumuz yabancı isimler gibi anlaşılması güç bir kavram değil, "öz" le, sadelikle, yürekle olur. Ve o yürek, toprağın kalbinden gelen o sesi tanıyorsa, o zaman gerçek olur. Bugün bize düşen en büyük görev, özgünlüğümüzü korumaktır. Kültürümüzü başkasının elinde “süslenmiş” biçimiyle değil, bizim elimizden, bizim dilimizden, bizim yüreğimizden çıkan haliyle yaşatmak zorundayız.
 
https://www.facebook.com/share/p/172xQ29ky7/


ONUR KIVILCIM SUR




 

16 Ağustos, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 31Şu derenin armudu (Ustan kim idi/ Şeker o...


MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 31 ŞU DERENIN ARMUDU (USTAN KİM İDİ / ŞEKER
OĞLAN/ŞABAB OĞLAN)
 
Konya oturak geleneğinde önemli bir yere sahip olan bu türkümüz hareketli ezgisiyle de oturakların ruhunu yansıtıyor.
 
 Şu derenin armudu  
 Kızım baban var mıydı
 Annen baban olsaydı  
 Seni buralarda kor muydu
     Ustan (da) kim idi şeker oğlan (şabab oğlan)
     Ablası dalgalı güzel oğlan
       Ustan (da) kim idi kim idi (yâr)
       Akşam ki gelenler kim idi (yâr)
 
Bir taş attım alıca  
Bir kuş vurdum delice 
Kız Mevlâ’yı seversen  
Al beni içeriye
     Ustan (da) kim idi şeker oğlan (şabab oğlan)
     Ablası dalgalı güzel oğlan
       Ustan (da) kim idi kim idi (yâr)
       Akşam ki gelenler kim idi (yâr) (Ah)      
 
Karşıdaki kiliseler
Kilidini kırsalar
Dünya malı neylerim
Nazlı yâri verseler   
     Ustan (da) kim idi şeker oğlan (şabab oğlan)
     Ablası dalgalı güzel oğlan
       Ustan (da) kim idi kim idi (yâr)
       Akşam ki gelenler kim idi (yâr)
 
Mazhar Sakman’ın türkü defterinde ise ilave şu güfteler yazılıdır:
 
Şu dere serin dere
Suları serin dere
Sarılalım yatalım
İkimiz bir mindere
Ustan kim idi şeker oğlan
            Ablası dalgalı güzel oğlan
            Tenhalarda nazlı gezen oğlan
            Gezip de bağrımı ezen oğlan
 
 Karşıdaki kilseler
 Kilidini kırsalar
 Dünya malı neylerim
 Nazlı yâri verseler
            Ustan kim idi kim idi yâr
            Akşamki gelenler kimidi yâr
            Ocakta suların ilidi yâr
 
Bir taş attım dereye
Ay düştü pencereye
Kız Mevlâ’yı seversen
Al beni içeriye
Ustan kim idi şeker oğlan
            Ablası dalgalı güzel oğlan
            Tenhalarda nazlı gezen oğlan
            Gezip de bağrımı ezen oğlan
 
Türkünün notası 2 Mayıs 1963 tarihinde Şehir Postası gazetesinde Mazhar Sakman tarafından yayımlanmıştır.

https://www.youtube.com/@tahirsakman-Konya


https://youtu.be/23s6rzJEkX4?si=ZdYVHXTlOb8Ttixx


TAHİR SAKMAN