YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

31 Mayıs, 2023

BİR ZAMANLAR


 

Bir zamanlar…
 
Sık duyarız yaşlılarımızdan, hiç de sevmem ama sanırım kullanma vaktimiz geliyor… Bir zamanlar ben, bir zamanlar şöyle, bir zamanlar böyle…
 
/Dün mü yok gibiydin bugün silindin
Lafı boğazımı tıkıyor kemik/
 
Demiştim bir zamanlar, bir şiirimde…                                        
 
Yükseklerde uçtuğumuz zamanlar mı desem yoksa yüreğimizin sesini dinlediğimiz zamanlar mı?
 
Ve bir zamanlar bendeniz…
 
Zafer’de…


Kartallar yüksek mi uçardı?
 
TAHİR SAKMAN




 

30 Mayıs, 2023

PULA KUL DEĞİLİZ

 


PULA KUL DEĞİLİZ

siz ırmakları içseniz doymazsınız
bizim gözümüz yapraktaki çiy tanesinde
binbir özenle damlasını bekleyerek günlerce
ana sütü gibi biz
başaktaki emeğin terini içeriz
hak ettiğimiz sürece
 
yaşama saygı duyarız/ eğiliriz önünde
pula kul değiliz
kula kul olanlarla da işimiz yok
sömürmeyiz insanı
yandaşlıksa/ haktan yana yandaşız
ve biz bayım biz/ yani hepimiz
yunus gibiyiz kin gütmeyiz
kardeşiz yedi cihana
 
toprak herkesindir deriz
varsa eğer dünyada
bir mezar yeridir yerimiz
 
bahar dalında koşan kelebek
sevgiyle ısıtan bir güneş
ve nasırlı ellerde tüten ekmek
tüm canlar mutlu olsun isteriz
düşünürüz/ hem de çok/ siz dahil bayım
yeryüzü canların yüzü oluncaya dek
 
TAHİR SAKMAN


22 Mayıs, 2023

ZAMAN TAMİRCİSİ


Güncel siyasetten o kadar bıkmışım ki… Yalanlar, iftiralar… Gözlere, sözlere yansıyan sevgisizlik...

 
Merhum babam “Mesleğine hor bakan adam iyi olmaz” derdi…
 
Mesleğimize hor bakmadık; uzun yıllar ekmek paramızı göz nuru dökerek kazandık. Merhum Şemsi Yastıman’ın, Türbe Caddesi'ndeki iş yerimde, babamla sohbet esnasında bana dönerek “Hem zanaatkâr hem sanatkâr” diyerek beni onurlandırdığı gibi, yıllarımızı hem zanaatkâr hem sanatkâr olarak geçirmeye çalıştık… Dükkânda hem şiir söyledik hem zaman tamir ettik; asla kötü zamanlar satmadık… alışverişimiz hep iyi zamanlar üzerineydi, zaman; henüz puşt olmamıştı… Zamana ayar verebiliyorduk…
 
Sonra krizler çıktı, saatler “kaldır at”a dönüşünce… zaman ucuzladı; zanaat ve zanaatkâr erozyona uğradı. Buna bir de “burnumuza giden yil”leri, başımızdaki kavak yellerini eklerseniz…
 
2002 yılındaki krizden sonra dayanma gücümüz de kalmayınca, 2003 yılında baba mesleği olan saatçi dükkânımı kapatmak zorunda kalmıştım. Başka işlere daldık dünyalık kazanmak için ama “dikiş tutturamadık” dersem doğru olacak…  Edebiyat, kültür, sanat işleri de anlık akçelerden öteye gidemedi… Kafe, kitapçılık, gazetecilik sonra Konevi Kültür Merkezi’nde sanat yönetmenliği… Son dört yıldır da dağarcığımızda ne varsa paylaşmaya çalışıyorum; geleceğe not düşmek adına ama artık yeniden çalışmam gerekiyor…
 
Neredeyse beş yıla dayanan bir kriz, elimizde avucumuzda ne varsa yutmaya başladı… Emekli maaşları malum… “Dükkân açayım” diyorum ama kiralar uçuk… Uygun bir dükkân bulabilirsem… Şimdilik dükkânı eve açtım, kendi saatlerimi tamir ediyor, güncel konulardan uzak durmaya çalışıyorum. 



20 yıl sonra yeniden baba mesleği… Gözlerim ne kadar izin verir bilmiyorum ama sanki mesleğe yeni başlamış gibi heyecanlıyım. 20 yıl sonra elime tornavida, çift almanın, gözüme lüp takmanın sevinci… ne kadar özlemişim zaman tamir etmeyi…


Tevkifiye Caddesi’ndeki çıraklık günlerimdeki gibi sabah erkenden dükkânı açıp kapı önünü sulayacağım… sonra bir koşu gidip, Mahkeme Hamamı'nın köşesindeki "Edecinin Ahmet" abiden nar gibi kızarmış sıcak pideyi, olmadı yağ somunu alıp, bol sadeyağ ile gömeceğim... Öğlen, katıkçı Necati abiden iki tane, soğan kabuğuyla pişmiş yumurta, biraz zeytinyağı, kocaman bir somun alıp paşa paşa, “paşa yemeği” yiyeceğim… Belki bir başka gün 100 gr tahinle 50 gr zeytini yine o kocaman somun ekmeğine katık edeceğim… haftalığımı alacağım cumartesi günü Kebapçı Şükrü’ye gidip, İsmail abinin yağlı ellerinden, kırıntılardan veya kebabın en yağlı yerinden kebap bile yiyebilirim ama illaki yağlar ellerimden akmalı… Bir başka gün Arapoğlu Makası’ndan fırında pişmiş kelle; Dedeler Hanı’nda eski boksörlerden Hakkı abinin lokantasından saç kavurma, çiftlik kebabı; İlyas ustadan az kuru, az pilav, çok ekmek; Mevsim Lokantası'ndan çoban kavurma; Hoşgör Lokantası'ndan ezmeli… Tamam, tamam;  bir gün sizi de götürürüm belki ama şimdilik biraz hayal kurun…  

 


 

Ama bu zaman başka zaman; ayarı bozulmuş, devranın çarkı tersine dönmüş…
 
Her neyse kendime bir mola verdim, çay demledim ve tezgâhı yeniden kurdum… Siyasetin bozuk çarklarını da düzeltebilir miyim? Umudum hâlâ diri ve taze…
 
Hep birlikte zamana ayar vermenin umuduyla…
 
TAHİR SAKMAN

19 Mayıs, 2023

AYNI GEMİDEYİZ ATAM


 

AYNI GEMİDEYİZ ATAM
 
I
bandırma yola çıktı bugün
vatan düşmana mı kalacak
gözleri çakmak çakmak
yüreğinde ateş
bir sevda ki samsun’da alev alacak
 
/atatürk’tür özgürlüğün adı
kim boğmak istediyse
yedi bu tokadı/
 

çıldırsa karadeniz
dalgalar kudursa
yıldızlardan pusulamız
yükümüz kutsaldan kutsal
yolumuz gökyüzü dolu
 
bandırma’da bir adam
milletinin neferi
gözlerinden ateş dökerek
yürüdüğü zaman
               peşinde bir vatan
güneşe dek yürüyecek
 
oy karadeniz
sen köpüklerini gelin başı gibi sun
bu millet
              karanlığın sesini yırtarak
haykırdı
             zamanın öncesinden
atam geliyor atam
 
/atatürk’tür özgürlüğün adı
kim boğmak istediyse
yedi bu tokadı/
 

samsun’da ilk adım
cihanı titretmiştir
ne şanlı çizmedir o
düşmanı o gün ezmiştir
 
 
samsun’da ilk adım
yer oynadı yerinden
sığmadı da cihana
ses verdi yüreğinden
 
bundan gayri tanımayız
ne padişahı ne mandayı
 
kimi kaçar zırhlıyla
kimi bağrında siper açar
yediden yetmişe halkıyla
çünkü o en büyük türk’tür
çünkü o atatürk’tür
 
analar bacılar kızlar
cepheden cepheye koştular
sağ olmadan vatan
                          ölmek haram
kanadı kırık tekersiz kağnılar
yetişemedi size rüzgârlar
 
kaderimize süngü taktık
kazma kürekten destanlarla
ülkümüzü yıldızlara çaktık
uçtuk süvarilerle izmir’e
biz o gün hepimiz
kordon’da dalgalanan bayraktık
 
aynı gemideyiz atam
milletin taktı rütbeyi
sanma fırtınalar dindi
türk’ün adı durdukça
devrimlerin sürecek
milyonlar sen şimdi
 
düşmanın hayının tepesine tepesine
en ücra köşesinden kopup gelen
vatanın taşıyla toprağıyla bineriz
çünkü biz atatürk’ün erleriyiz
 
/atatürk’tür özgürlüğün adı
kim boğmak istediyse
yedi bu tokadı/
 
TAHİR SAKMAN
 
 

 

18 Mayıs, 2023

AYNI GEMİDEYİZ ATAM



II

çıldırsa karadeniz
dalgalar kudursa
yıldızlardan pusulamız
yükümüz kutsaldan kutsal
yolumuz gökyüzü dolu
 
bandırma’da bir adam
milletinin neferi
gözlerinden ateş dökerek
yürüdüğü zaman
               peşinde bir vatan
güneşe dek yürüyecek
 
oy karadeniz
sen köpüklerini gelin başı gibi sun
bu millet
         karanlığın sesini yırtarak
haykırdı
             zamanın öncesinden
atam geliyor atam
 
/atatürk’tür özgürlüğün adı
kim boğmak istediyse
yedi bu tokadı/


TAHİR SAKMAN

17 Mayıs, 2023

AYNI






 Hatırlamanın / hatırlatmanın belki de tam sırası:


AYNI
 
aynı gökyüzünün çocuklarıyız
aynı toprağın aynı suyun
aynı ülkenin aynı şehrin mahallenin
pek çoğunuzla aynı sokakların tozunu yuttuk
çelik çomak oynarken kafamızı yardık
belimizi kırdık ince minare oynarken
üttük ütüldük
heyecanlarımız aynı ağlayışlarımız da
size farklı bize farklı esmez bu rüzgâr
bu bayrak hepimize aynı dalgalanır
farkındaysak insan olmanın
 
TAHİR SAKMAN




16 Mayıs, 2023

AYNI GEMİDEYİZ ATAM

 

104 yıl önce bugün; Ulu Önder Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk, Türk Ulusunun kendi kaderini tayin hakkı için yola çıktı...




13 Mayıs, 2023

YÜZÜNCÜ YIL MARŞI


 

Atatürk önderimiz
Bir ulus yola çıktık
Alnımızın akıyla
Yüzüncü yıla çıktık
 
Vatan kurduk biz yoktan
Hem yakından uzaktan
Kurulan her tuzaktan
Bizler kol kola çıktık
 
Medeniyet ilkemiz
Yükseliyor ülkemiz
Vatan için tertemiz
Aşk dola dola çıktık
 
TAHİR SAKMAN

08 Mayıs, 2023

ŞİİR

 


Şiir okumanın tam sırası:

ŞİİR

haydi şiir okuyalım
karanlığa inat
içinde güneş olsun
sonra çiçek açsın çocuklar
sevdalar olsun
insana doğaya
özgür olsun umutlar
haydi şiir okuyalım
aydın olsun yarınlar

TAHİR SAKMAN

06 Mayıs, 2023

BAHARDILAR

  

Umudum sende çocuğum
Aydınlıktır yarınlar
Güneşin kucağında
Yok olur karanlıklar
 
Yeşerse de darağacı
Özgürlüktür tutkumuz
Sevgi barış türkümüz
Denizler dolu ufkumuz
 
Bahardı dikti başları
Yürüdüler sonsuza
Üç arkadaştılar
Yazıldılar yıldıza
 
Deniz Yusuf Hüseyin
Bir destandan kalanlar
Yarım kalmaz bu türkü
Nicesini çağırıyor analar
 
TAHİR SAKMAN
 

 

03 Mayıs, 2023

TÜRKÜLERİMİZ BIÇAKLANMASIN

Kadıköy'de istek bir türküyü çalmadığı gerekçesiyle canına kıyılan müzisyen Cihan Aymaz...

 

Yine bir cinayet ama yeni değil…

 
Aslında herkes biliyordu ve herkes gördü… göre göre…
 
“Kötü insanların türküleri yoktur” demiş o büyük usta Neşet Ertaş… ama dün Kadıköy’de türküler katledildi hem de daha önce nasıl katledildiyse… Hepimiz gördük, hepimiz biliyorduk; bu kadar eğitimli, eğitimsiz cahil yetiştirirseniz…
 
Bir sokak müzisyeni Cihan Aymaz, istek bir türküyü çalmadığı gerekçesiyle…
 
Türküler bir kez daha bıçaklandı dün Kadıköy’de… Bıçaklanan türkü değildi; anamızın ninnisiydi, yârimizin hasretiydi, acımızdı, kıvancımızdı, sevincimizdi, ülkemizdi, Anadolu’muzdu…
 
Yüreğiniz yanmadan… haydi şimdi söyleyebilirseniz bir türkü söyleyin:
 
İçinde lümpen bir kültür olmasın; barış olsun, sevgi olsun…
 
Ve lütfen artık son olsun; türkülerimiz bıçaklanmasın…
 
TAHİR SAKMAN
 

30 Nisan, 2023

HAYATI SEVGİYLE BOYAMAK


 "Sanatçı olunmaz, sanatçı doğulur" sözünün canlı bir örneğidir; kız kardeşim Vesile Sakman Güzeloğlu...

İçinde yıllar yılı biriken fırtınaları şimdi tuvale dökmekle meşgul. Ailemizde müzisyenler, şairler vardı, şimdi de bağrından bir ressam çıkarmakla onurlanıyor.


Vesile, Ticaret Lisesi mezunudur tıpkı abim Vedat Sakman gibi o da ticaret okumuştur ama abim müziğin efsunlu dünyasında yürümeyi seçmiştir. Liseden sonra kendi branşında üniversite okuyan kız kardeşim de muhasebeci olarak bir müddet çalışmış sonra ev hanımlığını tercih etmişti ki...

Önce Konya Büyükşehir Belediyesi'nin KOMEK meslek edindirme kurslarının resim bölümüne gitmiş, içindeki o için için yanan alevi uyandırmayı başarmıştır. Kurslarda yeteneği ortaya çıkan kardeşim, önceleri kendi çapında eserler üretmeye devam etmiş, sonraları bu yetmemiştir; tüm sanatçılar gibi o da sanatın ve tabii ki hayatın kulvarında yürürken kendince yorumlar getirmeye başlamış ve bunun yetmediğini görerek, cesur bir kararla ilerleyen yaşına rağmen sınavlara girmiş ve Konya Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'ni kazanarak kendini resme ve sanata adamanın kıvancını yaşamıştır.

Şimdilerde fakülteyi bitirmek için koşarken ortaya koyduğu eserlerle kendini kanıtlamayı başarmıştır. Tabii ki bu çok zorlu bir süreçtir; sanatın sonsuz kulvarı sürekli kendini yenilemeyi ve kendi sesini oluşturarak özgün eserler vermeyi gerektirir; kız kardeşim Vesile bunun bilincindedir ve sürekli kendini yenilemenin uğraşını vermektedir. Üniversitedeki hocalarının rehberliğinde ciddi bir eğitimden geçmiş ve onların övgülerine mazhar olmuştur.

Ailemizin çalkantılı yaşantısından, tüm kardeşler gibi o da nasibini almıştır. Belki de bu durum onun sanatını ortaya çıkarmasına ve yeni ufuklar açmasına en büyük etkendir. Kendi renklerini oluştururken, o dönemlerden kalan hatıraların benliğinden yansıması gibidir resimleri. "Hatıralar" ismini verdiği çalışması bunu apaçık göstermektedir.

Sarıyakup Caddesi'nde geçen ilk çocukluk döneminden kalan izleri başarılı bir şekilde yansıtmayı başarmıştır.

Babamın sazı, evdeki baş köşede olan döneminin en yaygın iletişim aracı olan radyo, evimizde hiç eksik olmayan Sille testisi, evimizin her duvarında kendisine yer bulan duvar saati... babamın ve bendenizin sanatın engin kulvarında yürürken saat tamirciliği yaparak hayatımızı  kazandığımızı da eklemeliyim.  Vedat abimin de mekanik saatleri tamir edecek seviyede  el becerisi vardır. Babamın sadece sanatçı yönü değil zanaatkâr yönü de bizlere geçmiştir.

Resimdeki halının, babaannem Vesile Hanım'dan (kız kardeşimin isminin kimden geldiğinini de bu vesileyle açıklamış oldum) kalan halının desenleri olduğu şeklinde bende çağrışımlar yaparken, piyanonun siyah beyaz tuşları hayatın dengesini, somut olanı soyut çizgilerle başarılı bir şekilde aktarıyor.

Bu arada belki de Konya'nın ilk piyanosunun babaannemin Akbaş Mahallesi'ndeki evinde çürüyüp gittiğini anımsadım.

Babam Mazhar Sakman, astsubaylığı döneminde bir arkadaşından aldığı piyanoyu babaanneme emanet eder, o merhum da "Evin içinde bu kamyonun ne işi var" diyerek dışarıya, çelenlerin altına koyar ve tabii ki çelenlerden sızan kar, yağmur piyanonun dağılmasına neden olur. Ben piyanoyu görmedim ama abim Vedat Sakman, piyanonun son parçalarıyla oynadığını anlatırdı.

100x100 ebatlarında akrilik bir çalışma olan Hatıralar'ın bendeki somut çağrışımları bunlar olurken elbetteki soyut bir dünyanın da kapılarını aralıyor:

Akrebi, yelkovanı olmayan saatle zamanı durdurmayı denemiş olmalı kardeşim... piyanonun siyah beyaz tuşları hayatın dengesini, eşyaların yerleşimi kaos içindeki düzeni yansıtımayı hayatın renkleriyle ortaya koymuş. İki sütun; yaşamla ölümü, aynı zamanda sütunlar kendimizi kapattığımız dünyayı hapishaneye benzetirken, sütunlarda yer alan sanatsal ögeler de çıkışın yollarını göstermiştir.

"Şiirin asıl manası şairin karnındadır" derler, resmin ne anlatmak istediği de ressamın karnında olmalıdır.



Sanat çok uzun bir yolculuk... Kızkardeşim Vesile de bunun farkında... bu uzun yolculuğunda kendisine yeni soluklar dilerken, Konya iklimi, bağrından yeni bir ressam çıkarıp onu sevgiyle  kucaklamanın haklı kıvancını yaşayacaktır.

Tuvalin boş kalmasın, renklerinle hayatı boyamaya devam et sevgili kardeşim... Tuvalin dünya gibi çiçekler açsın; boyan sevgiler gibi hiç bitmesin; fırçan cıvıl cıvıl kuşlar gibi hep özgür olsun...

Bu vesileyle, bu şiirimi sana ithaf ediyorum:

BOYACI

-Kız kardeşim Vesile'ye-

/bir dünya çizin dünya gibi
bir insan çizin insan gibi/

boyayın hayatı kendi renklerinizle
mesela gökyüzünü özgürlükle boyayın
güneşi sevgiyle mehtabı aşkla
evreni barışın rengiyle
insanı saflığın
hayatı kendinize boyayın
kendinizi boyadığınız renklerle

/sonra kazıyın kendinizi göreceksiniz/

TAHİR SAKMAN





 
 

 
 


28 Nisan, 2023

BOYACI


/bir dünya çizin dünya gibi
bir insan çizin insan gibi/


boyayın hayatı kendi renklerinizle
mesela gökyüzünü özgürlükle boyayın
güneşi sevgiyle mehtabı aşkla
evreni barışın rengiyle
insanı saflığın
hayatı kendinize boyayın
kendinizi boyadığınız renklerle

/sonra kazıyın kendinizi göreceksiniz/

TAHİR SAKMAN

26 Nisan, 2023

İÇİNDEN ÇAY GEÇEN CADDE SARIYAKUP



Gitmese miydim bilemedim şimdi ama içim çok acıdı...

Yıllarımı geçirdiğim, çocukluğumun ve ilk gençliğimin semti / caddesi böyle mi olmalıydı... böyle mi olmalıydı; anılarım parça parça edilip... tıpkı Sarıyakup Caddesi gibi bölünmeli miydi?

İçinden çay geçen bir caddeydi... yetmezdi çay; insanların hoşgörüyle, sevgiyle ve mütevazılıkla yaşadığı bir caddeydi, onu da mı yok ettiniz? Gözünüz ne ranta doydu ne de bağlarımızı, bahçelerimizi talana... şimdi kim ağlar benim yerime?

Oysa anılarımla bayramlaşmaya gitmiştim; o çok sevdiğim Ayvalı Sokak'la, Fahri Efendi Mesciti ile konuşacaktım, Kanara Köprüsü ve o köprüye anlam katan Liyl'apla'yı yüzümde bir tebessümle anacaktım...

Akşam üzeri Dabağnacı (debbağ) Ahmet Ağa gelirken tüm çocuklarla birlikte hizaya geçip verdiği selamı ve sonrası şekerleri alacaktım... 

Puştaların arasında yolduğumuz eriklerin, vişnelerin tadını damağımda hissedecektim, pazar sabahları babamın erkenden beni kaldırmasına, çayın önünü keserken babama için için nasıl söylendiğimi, kızdığımı hatırlayacaktım...

Oysa kavak ağacından düdük yaptığımız, teli büküp araba yaptığımız... bilye oynayıp kayısı çekirdekleri üttüğümüz günler çok geride kalmış meğer... (Ne tuhaf değil mi; herkesin evinde çuvallarla kayısı çekirdeği olmasına rağmen birbirimizden ütmek için mücadeleye girerdik.) İnce minare, yedi kiremit, sekiz taş... çivileri dikdörtgen bir tahtaya çaktıktan sonra ortasına beyaz yirmi beş kuruşu koyup futbol oynadığımız günler... 

Namaz günü en az yedi kapıya dağıtılan pişiler.. sonra gelsin şivlilikler... ya fenerler? Karpuz, davul, akerdeon rengarenk ama o fenerler kızların olsun; biz erkek adamdık ya, küçük yağ tenekelerini bir sopaya dikine çakıp içine kül sonra evdeki gaz lambasından aşırdığımız gaz yağını döküp yaktığımız meşaleler... O meşaleler hâlâ ömrümü aydınlatıyor... Ya sizin?

Şimdi desem ki "nisan ayında bulgur pilavı yediniz mi sokakta..." Çoğunuz kala kalırsınız:

Nisan ayında ilk yağmur yağdığında, komşulardan yağ, salça ve bulgur toplamıştık sonra annem pişirmişti de tüm çocuklar çay kenarında yemiştik.  Belki de yine öyle bulgur pilavı yeme hayalim vardı da ondan gitmiştim, nereden bileceksiniz ki? 

Ama dümeni kırık bir gemi gibi savruldum... bir tek Ayvalı Sokak'ı bulabildim; o kıvrıla kıvrıla akan çay yoktu. Kanara Köprüsü'nü ise bilen bile kalmamıştı...
 
Çocukluk arkadaşım Ömer (Özköylü) yetişse de imdadıma; ölmek üzere olan bir hastanın ağzına verilen zemzemden öteye geçemedi... Ah Ömer, ah... Ne yaptın caddeme? Bölmelerine niye izin verdin, niye kestirdin ağaçlarımı Ömer?

Ve ben içinden çay geçen caddeye bakarken caddenin ruhundan özür bile dileyemedim; yüzüm kalmamıştı...

Caddeme ne yaptınız? Ne hatıralarıma selam veren bir ağaç kalmış ne de gürül gürül yüreğimize serin sular dolduran çay...

Avar yaptığımız topraklar, betonların esareti altında inlerken...

Yok ettiğiniz aslında bir cadde değildi; onlarca neslin bereketini yok ettiniz... Gelecek nesillerin gıdasını da kat hayallerinize kurban verdiniz...

Hani soğan 30 lira diye ağlıyorsunuz ya... mandallarımızı yok etmeseydiniz, çaylarımızı kurutmasaydınız...

Artık balkonlarınıza kurulup, saksıda soğan yetiştirirsiniz ve benim gibi içinden çay geçen caddelerin yok oluşunu sessiz sessiz izlersiniz...

TAHİR SAKMAN

SARIYAKUP


/anıların kıyısına oturup
ağlıyorum seninle sarıyakup/


tizden düşerdi sesi caddeye 
kanara köprüsü gibi sevecen
ne sırlar vardı onda bilinmez
liyl'apla ...


bir selama şeker aleykümselam
safın saf haliydi 
dizilirdik o gelirken
dabağnacı ahmet ağa ...


mescitte bir ihtiyar
biz çocuklar bahtiyar
nur damlardı sakalından
fahri efendi ...


ezan okunur yanık yanık
allahuekber
bazen saladır hep uyanık
çiçekçi camii ...


her kapıda ayrı dünya
bizim evde oturak
konya orada türküdür
mazhar sakman ...


bir sokak ötede 
ilyas'ın kavakları'na doğru
ne cümbüşlü adamdı
abidin özlüoğlu ...


tövbe etmişti son zamanlar
"eline almadan"  çalardı
kanun onunla ağlardı
avcının mevlüt amca ...


kocaman bir konakta
ehlikeyf naralar
takım elbise kravat
muhtar reşat ...


eski sahibiymiş evimizin
kasaptır çatık kaşlı
veda etmiş bizim bağa
kişilerin talat ağa ...


karşı komşumuz vardı
muhasebeci neydi adı
altında bir "anadol"
caddeyi baştan sona koşardı ...


çayları kurutmuşlar
'kat'lanmışlar
susmuş sular ağlamaklı
ayvalı sokak ...


kesilmiş
hayaller ağaçlar
toprak yem olmuş betona
sarıyakup ...


bağlar bahçeler
konu komşular
asılmış asma dallarında
hatıralar ...


böyle yabancı değildi
cıvıl cıvıldı boncuklar
şimdi sokaklarında
oynamaz olmuş çocuklar ...


/halimize hüzünle bakıp bakıp
feryat edip ağlasın sarıyakup/


TAHİR SAKMAN

























21 Nisan, 2023

KAĞITTAN KAYIKLAR


İlk işim yeni ayakkabılarımı giymek olurdu, gözümü açar açmaz… sonra bayram ekmeği…
 
Hani şimdilerde kahvaltıya kurban ettiğimiz o bayram ekmeği… adı bile muhteşem…
 
Sarmalar, dolmalar tabii ki baş köşesindeydi sofranın… doktorlar bir şeyleri yasaklamamışlardı; çünkü, her şey doğal ve zararsızdı, henüz…
 
İlk bayramlık (bahşiş) babamdan… yayan yapıldak yollara düşerdik; Sedirler bile o sevinçle çok yakın gelirdi. Biz gidene kadar öğlen olur, acıkırdık. Kocaman bir tepsi sanki dünya kadar, altına döşenen şebitlerin (şepit) lezzetinden bulgur pilavı oynardı. Kaşık kaşık ayran içerken avurtlarımızın gölgesi Alâaddin’den görünür müydü? Tahta kaşıklardan sanki nağmeler dökülürdü; “hani benim elli direm bulgurum / Konyalının kaşlarına vurgunum…” gerçi çoğu zaman kaşık kullanılmaz (çünkü yetmezdi) bulgur pilavı şepite sarılarak yenilirdi. Yanında kuru soğan… (bugünkü gibi altın değildi!)
 
Anne dedem çok yaşlı bir adamdı, çok da dindardı. Eskiden varlıklıymış ama hayat bitirmiş… Fakat bir şey vardı ki misafire çok hürmet ederdi; bir çocuk girse odasına, hürmeten bastonuna dayanıp ayağa kalkardı o haliyle. O kocaman misafir odası hani şimdi salon diyorsunuz ya eskilerde o misafir odasıydı; bize bu dünyada misafir olduğumuzu hatırlatır ve dolup dolup boşalırdı… ve edeple oturduğumuz…
 
Mahalleli, bayramlaşma için içeri girmezdi, toplu bayramlaşma yapılırdı kapı önlerinde. Sevgi, ete kemiğe bürünüp bir ordu gibi dış kapının önünde belirir sonra külah şekerler, peynir şekerler onların ceplerini şenlendirirdi.… rengarenkti; tam da yaşantımız gibi… kağıtlı şeker nadiren… cepler doldukça tepsi boşalırdı, dedemin o kadar parası yoktu ki?

 
Sedirler garip bir semtti… her köşesinden bir bıçkın çıkardı haliyle, sanki garipliğine, sahipsizliğine isyan edercesine… kerpiç evlerin künere yalnızlığına, çıkmaz sokaklar eşlik ederdi. Sokağa çıktığımızda, giysilerimin yeni olmasından ilk orada utandım. Yeni ayakkabılarıma imrenerek bakan akranlarımdan özürler dilerdim içimden. Yine de çıkarıp vermek hiç aklımdan geçmezdi pabuçlarımı…
 
Boş arsalarda Sedirler, bir çocuk olur oynardı ta ikindiye kadar… bu arada at arabaları dolmuşları çoktan işe çıkmış olurlardı ama biz, üç tekerli denk gelirse ona biner bayramlaşmalara, yeni şekerlere giderdik…
 
Sedirler, hafızamda öylesine bir yer tutmuş ki yıllar sonra uzun, upuzun bir şiir olarak yazmıştım. Belki de en iyi şiirimdi; bir semti insanlarıyla, duygularıyla anlatan…
 
Şöyle başlamıştım:
 
/sedirler
        konya’da bir yer
sedirler
        adamı yer
                  yoksulluk ve ter
ve sedirler çocuktur 
                    -umutlarında bile-
                                        sefalet tüter/
 
(Şiirin tamamı “Konya’sın Diye Sevdim” ile “O Şehir” isimli e-kitaplarımda yer alıyor. Blog sayfamda linki var, okumak isteyen indirebilir.)
 
TV’lerde ve radyoda program yaptığım yıllarda en çok istenen şiirlerim arasındaydı. Şaşırdınız mı, insanlar şiir isterlerdi…
 
Şimdi gitmeye korkuyorum Sedirler’e… o, damlarına naylon döşenen ve baharda damları umutlar gibi yeşeren kerpiç evlerle beraber hayata direnen insanlar yok artık… her yer beton, her yer…
 
Sedirler öyle de başka yerler farklı mı? Bütün bir Konya betona teslim… Zindankale, Garipler, Muhacir Pazarı, Akbaş Mahallesi, Kumköprü, Çaybaşı, Uluırmak, Meram, Topraklık, Mengene… Bir mengene gibi sıkıyor dişini… Sarıyakup Caddesi’ne kıvrılan Ayvalı Sokak’taki şehir ırmağından daha fazla kıvırtmak kalıyor bizlere; kat istiyoruz, katlanamayınca şikâyet…
 
Sözüm size değil; kendime…
 
Şehir ırmağında yüzdürdüğüm kayıklardaki hayallerimin hepsi suya gömüldü; kâğıttan kayıklar taşıyamadı… bir mendil kaldı mı ağlayan?..
 
TAHİR SAKMAN
 
MENDİLLER AĞLASIN
 
/bir mendil kaldı geriye ağlayan/
 
bakmasam ne kadar sen olur ki her yan
uzak bir geçmişin sırlarında yüzen denizlerin
ve paldır küldür yaşanan ayazlarında
merdiven boşluklarında yitmemişken henüz
 
papatyalar şapka çıkarırdı sevincimize -yalan-
uzun bir baharın acı gününde
önce şekerlerimizi çaldılar
sonra oyunlarımız oyuna gitti -bu da mı yalan-
 
harmanbiş ince minare birdir bir
uzun eşek oynarken kırılan belimizdir saksılarda
yakan topu kızlar oynasın bir de sek sek sekerek
rastık değil a canım kömür karası çekerek
ben çomak olayım çarkınıza … sen çelik
cark curku kuran hayatmış
gazoz kapaklarına çamur doldurduk –ütülürdük üstelik-
 
horoz şekerimi çalsalar da bir bayram sabahsız
ayakkabılarım baş ucumda uyanık
peynir şekeri düşlerimde yalnızlığıma kumrular dolardı
bayram sabahı gibi ne çok kalabalıksınız hatıralar -oysa-
şeytan şekeri yiyen bir nesildik biz -biz dediysem kendiniz-
 
rengârenk mendillere işlenirdi hayatımız
cebimizde sarı yirmi beşlik hayalleri
bakkaldan bakkala rüzgâr estirirdik
türkü söylemeyi biz icat ettik
 
metin oktay olurdum mahalle maçında -sonra gazoz-
dut ağacının üstündeki assolist bendim
ütü kordonu mikrofonum
istanbul süpürgesini en iyi ben çalardım
hayal koyardım zamana çocukça mertçe
ayvalı sokak’tan kıvrılan şehir ırmağı
sizin kadar kıvıramazdı bilin
 
olsaydı yine türkü söylerdim size
aydedeye doğru uzanan dallarda
belki o zaman bilirdiniz
nasıl yittiğimi hatıralarda
 
o yana dön yan
bu yana dön yan
cesareti olan tükürsün aynaya 
 
/mendil bile kalmamış halimize ağlayan/
 
TAHİR SAKMAN