Güncel siyasetten o
kadar bıkmışım ki… Yalanlar, iftiralar… Gözlere, sözlere yansıyan sevgisizlik...
Merhum babam “Mesleğine
hor bakan adam iyi olmaz” derdi…
Mesleğimize hor bakmadık;
uzun yıllar ekmek paramızı göz nuru dökerek kazandık. Merhum Şemsi Yastıman’ın, Türbe Caddesi'ndeki iş yerimde, babamla sohbet esnasında bana dönerek “Hem zanaatkâr hem sanatkâr”
diyerek beni onurlandırdığı gibi, yıllarımızı hem zanaatkâr hem sanatkâr olarak
geçirmeye çalıştık… Dükkânda hem şiir söyledik hem zaman tamir ettik; asla kötü zamanlar
satmadık… alışverişimiz hep iyi zamanlar üzerineydi, zaman; henüz puşt olmamıştı…
Zamana ayar verebiliyorduk…
Sonra krizler çıktı, saatler
“kaldır at”a dönüşünce… zaman ucuzladı; zanaat ve zanaatkâr erozyona uğradı. Buna
bir de “burnumuza giden yil”leri, başımızdaki kavak yellerini eklerseniz…
2002 yılındaki
krizden sonra dayanma gücümüz de kalmayınca, 2003 yılında baba mesleği olan
saatçi dükkânımı kapatmak zorunda kalmıştım. Başka işlere daldık dünyalık
kazanmak için ama “dikiş tutturamadık” dersem doğru olacak… Edebiyat, kültür, sanat işleri de anlık
akçelerden öteye gidemedi… Kafe, kitapçılık, gazetecilik sonra Konevi Kültür Merkezi’nde
sanat yönetmenliği… Son dört yıldır da dağarcığımızda ne varsa paylaşmaya
çalışıyorum; geleceğe not düşmek adına ama artık yeniden çalışmam gerekiyor…
Neredeyse beş yıla
dayanan bir kriz, elimizde avucumuzda ne varsa yutmaya başladı… Emekli maaşları
malum… “Dükkân açayım” diyorum ama kiralar uçuk… Uygun bir dükkân bulabilirsem…
Şimdilik dükkânı eve açtım, kendi saatlerimi tamir ediyor, güncel konulardan uzak durmaya çalışıyorum.
20 yıl sonra yeniden baba mesleği… Gözlerim ne kadar izin verir bilmiyorum ama sanki mesleğe yeni başlamış gibi heyecanlıyım. 20 yıl sonra elime tornavida, çift almanın, gözüme lüp takmanın sevinci… ne kadar özlemişim zaman tamir etmeyi…
Tevkifiye Caddesi’ndeki
çıraklık günlerimdeki gibi sabah erkenden dükkânı açıp kapı önünü sulayacağım… sonra bir koşu gidip, Mahkeme Hamamı'nın köşesindeki "Edecinin Ahmet" abiden nar gibi kızarmış sıcak pideyi, olmadı yağ somunu alıp, bol sadeyağ ile gömeceğim... Öğlen, katıkçı Necati abiden iki tane, soğan kabuğuyla pişmiş yumurta, biraz
zeytinyağı, kocaman bir somun alıp paşa paşa, “paşa yemeği” yiyeceğim… Belki
bir başka gün 100 gr tahinle 50 gr zeytini yine o kocaman somun ekmeğine katık
edeceğim… haftalığımı alacağım cumartesi günü Kebapçı Şükrü’ye gidip, İsmail
abinin yağlı ellerinden, kırıntılardan veya kebabın en yağlı yerinden kebap bile yiyebilirim ama
illaki yağlar ellerimden akmalı… Bir başka gün Arapoğlu Makası’ndan fırında
pişmiş kelle; Dedeler Hanı’nda eski boksörlerden Hakkı abinin lokantasından saç
kavurma, çiftlik kebabı; İlyas ustadan az kuru, az pilav, çok ekmek; Mevsim Lokantası'ndan çoban kavurma; Hoşgör Lokantası'ndan ezmeli… Tamam, tamam; bir gün
sizi de götürürüm belki ama şimdilik biraz hayal kurun…
Ama bu zaman başka zaman; ayarı bozulmuş, devranın çarkı tersine dönmüş…
Her neyse kendime bir mola verdim, çay demledim ve tezgâhı yeniden kurdum… Siyasetin bozuk çarklarını da düzeltebilir miyim? Umudum hâlâ diri ve taze…
Hep birlikte zamana ayar vermenin umuduyla…
TAHİR SAKMAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.