YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

16 Temmuz, 2022

GÖNÜL SIZIMIN BAM TELLERİ

Tayyar Yıldırım-Tahir Sakman birlikte...

 Sosyal medyada şiirlerini görüyordum, ortak dostlarımız vardı ama henüz tanışmamıştık…

Özellikle taşlamaları vardı, sertti…

Gençken hepimiz şiir söyleriz ama yaş kemale ermeye başladığı zaman aslında heyecanlar bir nebze olsun dinmeye başladığı, dinginleşmeye başladığımız yaşlarda şiir susmaya başlar… Denemeye, öyküye romana yöneliriz…

Ama Tayyar Yıldırım şiir söylemekten vazgeçmeyenlerden…

Hele hele insan militarist bir yapıdan geliyorsa şiir onun için daha da zor olmalı ama Tayyar Yıldırım bunun böyle olmadığının tam aksini ispat edercesine mısra mısra duygularını açığa çıkarıyor. Tabii ki bu aynı zamanda asker bir millet olan biz Türklere mahsus bir durum; çünkü dünyada Türk askeri kadar duygusal, insancıl, barışçıl bir asker henüz görülmemiştir.

Bu açıdan baktığınız zaman onun şiirleri daha bir anlam kazanıyor.

Şiirleri teknik açıdan düzenli, kafiye ve ayak sıkıntısı olmayan ve sürekli kendini yenileyerek yeni ayaklar bulmanın hassasiyeti içerisinde olduğunu hissedebiliyorsunuz.

Geleneksel veznimizle söylediği şiirlerde, kendini tekrar etmeyen rahat bir söyleyiş tarzı var. Tüm şairler / ozanlar gibi onun da bu bozuk düzene söyleyeceği çok şey var.


Fakirhanemizde yapılan bir sohbet nedeniyle tanışma fırsatı bulduğumuz Tayyar Yıldırım, Gönül Sızımın Bam Telleri Şiirlerim ismini verdiği kitabını lütfetme nezaketinde bulundular ki benim için tüm şiir kitapları kutsaldır, onun kitabını da kutsal bir emanet hediye edilmenin sevinciyle gönül kütüphanemin nadide bir yerine koydum.


Sayfaları çevirdikçe Tayyar Yıldırım’ın büyülü dünyasının kapılarını aralama fırsatı bulurken, çivisi çıkmış dünyaya mısra mısra, altın harflerle çivi çakmanın heyecanına ve gayretine şahit oldum.

Alma Aklımı isimli şiirinde:

Bir aklım kalmıştı onu da alıp

Bilinmez yerlere götürme yolcu

Bağlıyız aşk ile koparma bizi

Yaşama azmimi bitirme yolcu

 

Derken, bir şair sözünün nasıl akıl alacağına tanıklık etmenin kıvancını yaşadım ama bir şiiri var ki… geçmiş günlerin içimizde yer ettiği hüzünlere eşlik eden ışığın türküsü gibi düşen bir şiir var ki… ben o şiiri çok sevdim. Gaz Lambası ismini taşıyan şiir şöyle:

 

Çağlar ötesinden titredi alev,

Işıttı dünyamı, nura döndürdü.

Zamana yenildi, girdi mahzene,

Karardı fitili, sırra döndürdü.

 

Lambanın camları ince belliydi,

Başıma gelecek dünden belliydi,

Bir çember kuşaklı, siyah şallıydı

Gayrı erişilmez, yara döndürdü.

 

Sırtında aynası, haznesi camdan,

Öyle güzeldi ki, dillere destan.

"Üf! " dedi aleve, çıktı odamdan

Genişti mekânım, dara döndürdü.

 

Ahşaptan sehpası, zarif mi zarif,

Anlatamaz onu tasvir ve tarif

Davet etsem tekrar etmiyor teşrif

Hasreti kalbimi kora döndürdü.

 

Dalarım hayale giderim düne,

Yıllar öncesine gittim ben yine.

Ben bakardım, o da bakardı bana

Ne yazık ki şimdi köre döndürdü.

 

Her şeyi onunla birlikte gitti.

Anılar, sevdalar yok oldu, bitti.

Aklıma geldikçe, gözümde tüttü.

‘Ah!’ edip, yandırdı nara döndürdü.

 

Şiirin eksik olmasın, sevgili Tayyar, seni, yeni kitaplarında okumayı diliyorum; şiirin ışıklı dünyası, ah edip andığın gaz lambasının binlercesini yeniden yakacaktır… ve bu şehrin semalarında; tıpkı, senden önceki şairlerin mısralarından dökülen aydınlıklar yarınlarımıza umutla dolacaktır…

TAHİR SAKMAN




 

15 Temmuz, 2022

VEDASI YOK SEVDANIN

 

Veda değildi beklenen
Belki yarım bir şiirdi
Hayallerden özlemlerden
Büyüyen aşka eklenen
 
Her şey yalan olsa bir gün
Gözlerin var ya o gerçek
Hüzünler kalsın geride
Anılar var çiçek çiçek
 
Vedası yok bu sevdanın
Sürgünlerdeyiz gönüllü
Her yanımız ateş dolu
Mahkûmuyuz biz bu ânın
 
Bir damlayım yüreğinde
Saklandığım gibi sakla
Yaşamaktan başka her şeyi
Kendine her an yasakla
 
Kederlenme sakın asla
Senden ayrı sanma beni
Gözlerinde bulutum say
Başını buluta yasla
 
Ellerim hasret kokarken
Dudağımda yarım buse
Hatırlamak için dünü
Yarına git güle güle
 
TAHİR SAKMAN 

12 Temmuz, 2022

IŞIKLA KAVGAMIZ MI VAR?

Foto: T. Sakman. Kültür Park, Konya.

Nerden başlayacağımı bilemedim… tabii başlayacak bir yer kaldıysa….

Kendimi kültüre, sanata, şiire verdim, sosyal medyayı boş verdim ama olmuyor işte… günlük siyasetten ne kadar uzak kalmaya çalışsam da yine olmuyor… Yani yazmayayım diyorum ama…

Kendi maaşları söz konusu olunca eller havaya… muhalefetten olsun bir Allah’ın kulu çıkıp da hayır dememiş... para tatlıdır ama oy da tatlıdır, unutmayın!

13,5 milyon emekli bir de eşleri etti mi size 27 milyon... oy, oy oy… umarım tez zamanda sandıkta görüşürüz!

***

Doktorlara saldırıyorlar… bu ülkenin en zor okullarını, ömürlerinin baharlarını kitapların arasına gömerek geçiren insanlara… Bir de bunlara çanak tutanlar var!

Ressamlar, şairler, yazarlar, aydın insanlar… sıradaki?

Işıkla kavgamız mı var?

Üfürükçülere, cincilere, sülükçülere, hacamatçılara mı kalacağız?

****

Herkes batmadı… kimileri vurgun vuruyor… zam bir geliyorsa onlar üç-beş yapıyor…

Ortalık toz duman; kimin ne kadar zam yaptığını kestiremiyoruz artık… kimi esnafta insaf, iman kalmamış… Bayramdan bir hafta önce 5 TL olan domates, bayram haftasında 8 TL’ye, bayramda ise çürükleri 15 TL’ye satıldı…

Domates aynı domates de insanlar aynı insan mı veya hâlâ insan mı?

****

Yok, ben bunları yazıp da moralimi bozmayayım… Zaten kimsenin aldırdığı da yok. Parası olan Alaçatı’da, parası olmayan:

Kültür Park’ta, Zafer’de, Alâaddin Tepesi’nde yaşlı bir adam görüyorum, zor yürüyor belli ki emekli…

Başına bir kep geçirmiş belki de gizlenmek için, yüzü fazla görünmüyor, sakalından ter sızarken…

Elinde bir aparat var, onunla çöp kutularını karıştırıp bulduğu kola kutularını poşete koyuyor ve yine geldiği gibi ayağını sürüyerek bir başka çöp kutusuna doğru, bir başka çöp kutusundan, birkaç kola kutusu bulma umuduyla yürümeye çalışıyor…

Bir başka şehirde mesela Alanya’da… Bir Alman, o da emekli… Elinde buz gibi bira denize karşı uzanmış…

Bizim emeklilerimiz bunu mu hak ettiler?

Haydi size iyi bayramlar…

TAHİR SAKMAN

 

07 Temmuz, 2022

ATEŞİ YUTARAK SÖNDÜRENLER

Farkı yok susmanın ateş yutmaktan

Hekimler ölürse sen de ölürsün

Gepegenç yaşında bir gece vakti

Bir karın ağrısı sebebin olur

 

Farkı yok susmanın ateş yutmaktan

Cehalet kurşunla yağmadan önce

Hekime sahip çık ömrün uzasın

Karanlık çökmesin ışığınıza

 

Farkı yok susmanın ateş yutmaktan

Hekimler olmazsa yaşamın olmaz

Borcumuz şükrandır saygı sevgidir

Günü güneşi gösterendir onlar

 

Farkı yok susmanın ateş yutmaktan

Hekimler yutuyor hepimiz için

Hekimler yasta olursa eğer

Bilin ki insanlık tümden hastadır

 

/Kana bulanmışsa gömleğim

Dünüm yarınım hepsi yastadır/

 

TAHİR SAKMAN

05 Temmuz, 2022

ABDAL HAYDAR AĞA

3 Şubat 2000 tarihli Yeni Gazete'de yayımlanan söyleşimiz.


Bir dönem Yeni Gazete’de, merhum Yalçın Dikilitaş’ın oğlu Osman Dikilitaş ile birlikte Şehir Sohbetleri ismiyle haftada bir ilginç bulduğumuz insanlarla söyleşi yapıp tam sayfa yayımlıyorduk.

İsmini sık duyduğum hatta efsaneye dönüşen bir insan vardı… ama Osman’ın da benim de nedense onunla söyleşi yapmaya çok cesaretimiz yoktu… bu çekincenin kaynağı evinin Yeni Mahalle’de (Çimenlik) olması en büyük etkendi sanırım…

Konuşmak istediğimiz kişi, hakkında evliya yakıştırmasından tutunuz, bey olduğuna varana kadar ve oldukça yaşlı olduğu konuşulan Abdal Haydar lakabıyla tanınan aynı zamanda Alevi Bektaşi geleneğine bağlı Âşık Haydar mahlasıyla şiirler söyleyen Hasan Pekaşık idi.

Onunla ilgili çok şey duymuştum: Türbe önünde ev satın almıştı. Asmalı Mescit civarındaydı sanırım. Ama evin satıldığını duyan komşular “evi bir abdala mı sattın” diye baskı yaparak vazgeçirirler. Abdal Haydar Ağa, çok müteessir olmuştur. Evi satan adam, gece rüyasında Hz. Peygamberi görür ve “onu niye incittiğini” sorarak “beni de incittin” der.

Sabah, kan ter içinde korkuyla uyanan ev sahibi gidip Abdal Haydar’ı bulur ve özürler dileyerek evi tekrar ona satar.

Buna benzer hakkında pek çok menkıbenin anlatıldığı bu insanla söyleşi yapmayı kafama koymuştum. Bu fırsat bir gün kendiliğinden geldi.

Türbe Caddesi’ndeki saatçi dükkânıma Abdallardan bir müşteri geldi, saatini tamir ettim, sözü Abdal Haydar’a getirdim ve sordum. Meğerse akrabasıymış… Onun vasıtasıyla bir akşam için randevu aldık.

Osman’la birlikte bize verilen adresi bulduk. Kapıyı çaldık ve içeri buyur edildik, sofada en az yirmi kişi vardı ve bizi ayakta karşıladılar. Bizi misafir odasına aldılar.

Misafir odası şaşılacak temizlikteydi, çay ikram ettiler, bardaklar tertemizdi, içtik. Abdal Haydar Ağa hastaydı ve otursa da hiç keyfi yoktu ama yine de sorularımıza açık yüreklilikle yanıt verdi. Sohbet esnasında bize aykırı gelen bölümleri yayımlamadık. Oysa ne kadar hata yaptığımızı şimdi anlıyorum. Bir gün ses kayıtlarını bulursam yeniden deşifre edip yayımlayacağım.

Abdal Haydar Ağa, elindeki asanın Hz. Musa’nın asası olduğunu, Hz. Ali ile birlikte Hayber Cengi’nde, Kan Kalesi Cengi'nde vuruştuğunu anlattı. Hz. Mevlâna’nın bu şehrin anahtarını kendisine verdiği ısrarla vurguladı. Duvarlarda yer alan Bektaşi büyüklerine ait resimlerin yanı sıra Mevlevi resimleri (Sıtkı Dede) onun ne denli bir Mevlâna, Hakk ve hakikat âşığı bir insan olduğunu anlatmaya yetiyordu zaten.   

Foto: T. Sakman Arşivi. Abdal Haydar Ağa'nın evinde, soldan sağa; Osman Dikilitaş, Abdal Haydar Ağa, Tahir Sakman.

Onu yormamak için kısa kestik ve daha sonra tekrar gelmek için sözleştik ama…

Abdal Haydar Ağa, 15 Eylül 2007 tarihinde 117 yaşında sır oldu… Rahmet olsun…

Abdal Haydar Ağa hakkında Muammer Gül tarafından “Günümüz Bektaşî-Mevlevî şairlerinden Konyalı Âşık Haydar/Şıh Hasan Pekaşık” başlığıyla tez de hazırlanmıştır. Abdal Haydar Ağa ile ilgili detay bilgi isteyenler söz konusu teze başvurabilirler.

3 Şubat 2000 yılında Yeni Gazete’de yayımladığımız söyleşinin tam metni şöyle:

TAHİR SAKMAN


ABDALLIK GÖÇEBE HAYATIDIR

Şehirlerde yaşayan birçok insan vardır. Bu insanların merkezde yaşayanlarını zaten tanırsınız… Ya bir de tanımadıklarınız… Belki de bu şehrin bütün kahrını onlar çekerler. Şehrin varoşlarını mesken tutmuşlardır. Ayrı bir dünyadır onlar. Ama şuna emin olun ki çok renkli bir dünya... İstedik ki size bu renkli dünyadan kesitler sunalım, tanımadığımız görmezden geldiğimiz bu insanlardan bir tanesini ama çok önemli bir tanesini anlatalım istedik. Bir asra tanıklık etmiş bir adam "Hacı Haydar Ağa" [namı diğer Abdal Haydar] kendi ifadesiyle yüz bir yaşında, teybimizi uzattık…

Söyledikleri bazen size aykırı gelebilir. Biz yorum yapmadık. Duyduğumuzu yazdık. Hacı Haydar Ağa ne söylediyse onu yazdık. Anlattıkları ülke mozaiğinin bir gerçeği…

-Haydar amca merhaba! Bize kendini biraz anlatır mısın?

-Konya'da doğdum. Konya'da yaşadım

-Kaç yılında doğdunuz? Sizin yüz yaşınızda olduğunuz söyleniyor, doğru mu?

-Nüfus cüzdanımda doğum tarihim 1319 olarak yazılı…

-Mesleğiniz neydi?

-Rençberlik yaptım.

-Peki, uzun yaşamanızı neye borçlusunuz?

-Doğruluğuma borçluyum.

-Bundan güzel bir cevap düşünülemez. Gördüğümüz kadarıyla çevrenizde size çok hürmet ediyorlar. Haydar Bey diyorlar. Bu beylik nereden geliyor?

-Bu beylik bize Horasan'dan geliyor. Dedelerimiz, Horasan'dan gelmişler Onlara Hacı Hasan Bey derlermiş. Bu Beylik oradan geliyor. Çayırda, Atabey Hanı derler. Orayı dedem yaptırmış. Koyunlarına ağıl yaptırmış. Orada yaşamışlar

-Sizin Aslım'da çiftliğinizin olduğunu biliyoruz. Orası mı?

-Evet orası. Ben de dedemin hatırasına oraya ev yaptırdım. Çiftlik kurdurdum.

-Haydar amca, duvarda bir resim görüyorum. Kimdir?

-O fotoğraf Mevlevi Dergâhı'nın son Postnişini, Sıdkı Dede Hazretleridir.

-Siz Bektaşi misiniz?

-Bende Bektaşilik de var, Mevlevilik de var. Hacı Bektaş Veli yoluna Bektaşi, Hazreti Mevlâna’nın yolunda Mevlevi’yim. Zaten ikisi da aynı. Hazreti Mevlâna Konya'ya gelmiş. Hacı Bektaşi Veli, Kırşehir'in Hacı Bektaş nahiyesine yerleşmiş.

-İkisinin yolu da aynı mı diyorsun?

-Evet ikisinin yolu da birdir.

-Türbe önünde bir ev alacağınız zaman size sattırmak istememişler. Bu durumu anlatır mısınız?

-Komşular “Abdal geliyor” diye sattırmak istemediler. Ama manen Hz, Pir Efendim orayı bana tapuladı. Ben de oranın sahibini buldum. 30 bin liraya satın aldım.

-Peki bu Abdallık nedir, biraz açar mısınız?

-Abdal, göçebe hayalı yaşayan insandır. Dedelerimiz, Horasan'ın Belh şehrinden gelmişlerdir. Göçebe yaşadıkları için Abdal demişler. Pir Sultan Abdal gibi, Balım Sultan Abdal gibi…

-Âşık Veysel'i tanıyor musunuz?

-Evet tanıyorum. Evime geldi, misafir ettim. 50 sene önce bir gece bizde kaldı. Çok memnun oldu. Ayrıca Hacı Veyiszade Hoca'nın sohbetlerinde bulundum.

-Siz şiir söyler misiniz?

-Evet.

-Peki, bize bir şiir söyler misiniz?

Derviş dedem dem çeker

Derdini adem çeker.

Ademi mahrem çeker.

Derviş dedem ah dedem.

 

Derviş dedem olmuşuz

Nur-u Hakk'la dolmuşuz

Gerçek aşkla solmuşuz

Derviş dedem ah dedem.

 

Derviş dedem gel beri

Sırrı zat-ı esrarı

Dört kitaptan içeri

Derviş dedem ah dedem.

 

Foto: T. Sakman Arşivi. 

-Sizin zengin olduğunuzu biliyoruz. Çevrenize yardım ediyor musunuz?

-Karşı mahalle, yan mahalle, arka mahalle yaklaşık 250-300 haneyi göçebelikten ben kurtardım. Bu mahalle 25 bin metrekare. Belediyeden aldım. Kurulalı 62 sene oluyor. 1300 metresini yola bağışladım. Gerisine de bu mahalle kuruldu Çoğundan para da almadım.

-Hayrına mı verdin ?

-Ne yapayım? Anası yok, babası yok. Yetim kalmış. Tapuladım üstüne. Evini yaparken de yardım ettim.

-Zenginliğiniz Beylikten mi geliyor?

-Mut'la, Silifke arasında bizim çiftliğimiz var. Dedem Horasan'dan gelince ilk olarak oraya yerleşmiş. Orada çiftliğimiz ve akrabalarımız var. En büyükleri benim. Tam 101 yaşındayım.

-Uzun yaşamanın sırrına doğruluk dediniz…

-Sen doğru yörü doğru bak

Rahmet eder yarlıgar Hakk

 

Doğru gidene zeval yok...Haram yeme. Haram yersen şu teni çürütürsün. Haram lokmanın kanı damarlarına girer, haram lokma yemedim evel Allah. Hiçbir kimseye bir lira borcum yok. Birçok alacağım var ama bir Allah'ın kuluna borcum yok...

-Sizin bu sözleriniz bazı yetim hakkı yiyenlere bir ders olmalı… Şiirlerinizde bir mahlâs kullanıyor musunuz?

-Şiirlerimde Âşık Haydar mahlâsını kullanıyorum...


Çoban oldum goyun güttüm

Hu Allah’ım Hu diyerek

Şükür edip Hakk'a yettim

Hu Allah’ım Hu diyerek

 

Hacı Bektaş gibi sığır güttüm 

Tacir oldum alışveriş ettim

Hemi aldım hemi sattım

Hu Allahı’m Hu diyerek

 

Öz tarlamda çift sürerim

Nadasımı tohumlarım

Hem ekerim hem biçerim

Hu Allah’ım Hu diyerek

 

Âşık Haydar aşk lafı der

Levh-I mahfuz kalem tutar

On sekiz bin âlem gider

Hu Allahı’m Hu diyerek

 

*************************

Senin aşkın kalbimde

Ya Hazreti Mevlâna

Sıdkıla sığındım sana  

Ya Hazreti Mevlâna

 

Sen bir ulu sultansın

Gönüllere imansın

Can evimde canansın

Ya Hazreti Mevlâna

 

Severim seni candan

İlim virdi her andan

Senin aşkın var bende

Ya Hazreti Mevlâna

 

Dergahına tez varalım

Eşiğine yüzler sürelim

Senden himmet alalım

Ya Hazreti Mevlâna

 

Yeşil kubben görünür

Aşkın kalbime bürünür

Âşıkların senindir

Ya Hazreti Mevlâna

 

Âşık Haydar kul sana

Köle olsam kapına

Senden himmet isterim

Ya Hazreti Mevlâna

 

-Kaç çocuğunuz var?

-Altı oğlum, iki kızım elliye yakın torun sahibiyim. Torunumun torununu gördüm. Bu evin içinde yirmi altı kişi yaşıyoruz.

-100 yıl yaşadığınızı söylüyorsunuz, kaç yıl daha yaşamak istersiniz?

-25 yıl daha yaşamak isterim.

-Okuyucularımıza son olarak ne söylemek istersiniz?

-Birincisi doğru olmak. İkincisi çok çalışmak... Üçüncüsü haram yememek... Dördüncüsü zina yapmayacak... Beşincisi elin ayıbını gece gibi örtecek. Böyle yaparsan erenlerden yetişmiş bir efendi olursun…

-Efendim bunca yaşınıza rağmen bizi kırmadınız, sorularımıza cevap verdiniz, bunun için çok teşekkür ederken, sağlıklı ömürler diliyoruz…

-Asıl Allah size uzun ömür versin... Benim yirmi beş sene daha ömrüm var...

SÖYLEŞİ: Tahir Sakman- Osman Dikilitaş

Foto: T. Sakman Arşivi. Abdal Haydar Ağa...


 

04 Temmuz, 2022

GÖZLER EN SON AĞLAR


 


 

yürekte başlar yangın

gözler en son ağlar

yeşertemiyorsan düşlerini

yağmur olmak neye yarar

 

rüzgârsan esmelisin hoyratça

dalların kırılmalı eğer ağaçsan

tut ki bulut oldun bir an

geçmiş çoktan gitti

geleceğin rengine boyansan

 

yaşamak aşktır zaten

seni gözlerine bağlayan

uzakta bir yerdedir bilirsin

kalbinde her gece ıssız ağlayan

 

şiir olsan ne şair olsan ne

bir kalpte tebessümle yoksan


TAHİR SAKMAN

02 Temmuz, 2022

OY MADIMAK / YANDIKÇA KALKARIM


 

 29 yıl… oysa bilmezler kaç bin yıldır yanarım; cehaletin elinde…

 

YANDIKÇA KALKARIM

/can dedik yaktınız

dost dedik yaktınız

şiir dedik türkü dedik ışık dedik

yakamadınız/

 

kim yanar şimdi kim

madımak’tan fazla yangınım

sürer kıyamet gibiyim

yanarım

 

kerbela’da yanmışım

sular akmadı çareme

madımak ne ki

cehaletin bir fazlası

susarım

 

sustukça büyür yangınlarım

susmam

               siz sussanız

                                    yandıkça

ışık olur alevlerde yeşerir duygularım

yanarım

            yandıkça ayağa kalkarım

 

/madımak oy madımak

başım dik yolumuz ak

karanlıklar boğulsun

ışığı açık bırak/

 

TAHİR SAKMAN

01 Temmuz, 2022

BİR MAKALE VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ: “Konyalı Biricik Saz San’atkârı: MAZHAR SAKMAN” ÜZERİNE

 

Mazhar Sakman. Fotoğraf: Süleyman Şenel.

Bloğumda ve sosyal medya hesabımda, Resimli Radyo Dünyası dergisinde, benim de çocukluk hatıralarımın arasında yer eden değerli folklorcu hemşehrimiz İhsan Hınçer’in, babam Mazhar Sakman ile ilgili bir makalesini yayımladım. Aslında bu makaleyi çok önceleri bir kitabımda; (Konyalı Mazhar Sakman’dan Türküler, Konya Valiliği, 1999, Konya.) dergiden bahsetmeden İhsan Hınçer imzasıyla yayımlamıştım.


Konunun uzmanları için önemli bir kaynak olan bu makale, benim ve ailem için kuşkusuz çok daha farklı anlamlar ve değerler ifade ediyor; öncelikli olarak babamın şu sözü sanki bir öngörüyü de içeriyordu: “Yakında bunların en seçmelerinden 50 tanesini “Konya Türküleri “ adı altında notaları ile birlikte neşredeceğim. Biz de karınca kararınca bir şeyler yapalım. Evlâtlarımız ileride belki adımızı bu suretle unutmazlar.”

Ve kesinlikle unutmadık; 11 Mart 1963 - 14 Haziran 1963 tarihleri  arasında  Konya’da yayımlanan Şehir Postası gazetesinde, o günün kısıtlı imkânları içerisinde yayımlanan yirmi üç türkünün notasını ve babamın arşivinden çıkan henüz tamamlanmamış iki türkünün notasıyla birlikte kitabımda tekrar yayımladım. Notaların, o günkü anlayış çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini de not olarak düşmüştüm.

Bir insanın ölümünden sonra hatırlanmasının eserleriyle mümkün olduğu herkesin malumudur. Bu sözün canlı bir örneği gibiydi babam… onun fırtınalı hayatının bir bölümünün canlı tanığı olarak biz ailesi ve hassaten bendeniz, babam öldükten sonra hummalı bir çalışma içine girmiş ve söz konusu kitabı hazırlamıştım.

İmkânlarım kısıtlı olmasına rağmen asla yılmadım. Süleyman Şenel dostumun yol göstermesiyle zaman zaman ümitsizliğe kapılsam da dostların teşvikiyle boyumu aşan bir gayretle, babamın bant kayıtlarını basit bir teyple, bir türküyü belki abartısız yirmi kere dinleyerek deşifre etmeyi başardım.

Foto: T. Sakman Arşivi. Mazhar Sakman'ın Sarıyakup Caddesi'ndeki bağ evinde, soldan sağa; Cenap Kendi, Kazım Şalvarcı, Mazhar Sakman.

Türkü metinlerini yazarken eğer babamın kelimelerini, telaffuzunu bilmeseydim sanırım başaramazdım; çünkü, türkülerin verdiği coşkuyla kelimeleri bazen yutmuş bazen de yaş itibariyle ve ağzında diş olmaması nedeniyle anlamakta bir hayli zorlanmıştım. Elimdeki sağlam kaydı, babam, bizzat kendisine eşlik eden udi Cenap Kendi’nin makara bantlı teybine kaydettirmiş, ben de onu kasete aktarmıştım. 21 Kasım 1975 -ki bu tarihte babamın 65 yaşlarında olduğunu söylersem sanırım onun ne denli bir türkü sevdalısı olduğu hakkında bir fikir verir- yılında başlanan kayıtlara, haftada bir defa, bizim Sarıyakup’taki bağ evimizde Cenap Kendi uduyla, Kazım Şalvarcı ise kanunuyla eşlik etmişlerdi. Bu kayıtların pek çoğunu zaten canlı olarak dinlemiştim. Bunun haricinde de şahsi arşivimde bulunan kayıtları da deşifre etmiştim.

O dönemlerde, gündüz iş yerimde akşamları evde, söz konusu kayıtları dinleyerek ciddi bir emek sarf etmiştim. Sanki bunu babama olan vefa borcu gibi algılamış ve kitap olarak yayımlandığı zaman sanki üzerimden bir borç kalkmış gibi rahatlamıştım.



İhsan Hınçer’in bahsettiği kayıtlar, İstanbul Radyosu’nda canlı yapılan yayınların kaydıdır. O yıllarda radyolar canlı yayınlamaktadır. Babamın zaman zaman bu yayınlardan bahsettiğini hatırlıyorum. İstanbul’a Konya Gecesi için gittiklerinde bu türküleri okumuştur. Söz konusu kitabımda da bu bantların arşiv numaralarını vermiştim: “TRT İstanbul radyosu diskoteğinde bulunan 33 1/3 devirli B bantlarda, muhtemelen merhum Sadi Yaver Ataman tarafından 1952 yılında “Konya Gecesi” nedeniyle İstanbul’da bulunan Mazhar Sakman’dan, B-038-A numaralı ses kaydıyla  “Çıkabilsem şu galeden saraya”, B-038-B numaralı ses kaydıyla “ Elinde sazı (Doktor Civanım)”, B-038-B numaralı ses kaydıyla “ Bir Konya havası”(?) türküleri derlenmiştir. (Kayıtlara “Bir Konya havası” ismiyle geçen türkünün, “Elif Gız’ın mendiline mestine (Gabak)” türküsü olması muhtemeldir.”  


 Foto: T. Sakman Arşivi. 4 Şubat 1950 tarihinde İstanbul'da yapılan "Konyalılar Gecesi'nde yerel kıyafetlerle Mazhar Sakman.

Makalede yer aldığı gibi son yıl yaz tatilini uzatan Mazhar Sakman, okula gitmemiştir. Konya Muallim Mektebi’nden, İzmir Muallim Mektebi’ne nakledilmesine sebep olan saz ve söz aşkı burada da kendisini göstermiştir. Konya’da leyli meccani (parasız yatılı) okuduğu yıllarda, geceleri okuldan kaçarak oturaklara gitmesi bu aşkın başlangıcıdır. Yaz tatilinde Konya türkülerinde bir ekol olan kanun sanatçısı Gökmen Hasan Hüseyin Ağa’nın ‘sarı oğlan da iyi saz çalacak” demesi ateşlenmeye hazır fitilin alev alev yanmasına neden olmuştur demek mümkündür. Babasını, Şam cephesinden hasta geldikten kırk gün sonra kaybetmesinden sonra annesi Vesile Hanım, teyzesinin oğlu Yusuf Ağa’yla bir evlilik yapar. Her ne kadar bu evlilik Yusuf Ağa’nın bıçkınlığı ve oturaklara düşkün olması nedeniyle uzun sürmese de Mazhar Sakman’ın üzerinde derin etkileri olmuştur.

Bizzat dinlediğim şekliyle, oturaklara girmesinin mümkün olmadığı yaşlarda babalığı Yusuf Ağa’ya yalvarır ve teyzesinin oğluyla (Mehmet Mıngır) yüklüğe (eski Konya evlerinde gündüzleri yatak ve yorganların konulduğu gömme dolap aynı zamanda geceleri de gusülhane olarak kullanılır) saklanırlar. Yüklükteki delikten babam ve teyzesinin oğlu sabaha kadar oturağı çıt çıkarmadan izlerler. Söz konusu makalede babamın anlattığı buna dayanmaktadır.

“Mazhar Sakman, okuyup yazmasına rağmen mahalliliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Farsça ve Arapçadan da nasibini almıştır. Mektuplarında ağdalı bir lisan kullanır. Fakat bu kelimeleri bile Konya şivesine uydurur.”  İhsan Bey’in bu değerlendirmesi oldukça isabetlidir; çünkü eski Türkçeye hâkim olmasına rağmen yerelliğini ön plana çıkarmayı severdi ve yerel kelimeler kullanmaktan oldukça keyif alırdı.

O içinde kopan fırtınalara kapıldı ve asla durulmadı “O, durgun görünen derin bir sudur.” Derinlerde hep kasırgalar koptu… ve hayat ve sanat onu savururken o hiçbir zaman pişmanlık duymadı; bilakis acı çekse de hep mutluydu…

Foto: T. Sakman Arşivi. Mazhar Sakman, Tevkifiye Caddesi'ndeki saatçi dükkânında.

Foto: T. Sakman Arşivi. Yukarıdaki fotoğrafın arkasındaki Mazhar Sakman'ın yazısı. Buna göre fotoğraf, bir Alman Profesör tarafından çekilmiş ve Almanya'da tab ettirildikten sonra gönderilmiştir. Yıl 1977...

Harabati bir yaşantının son noktasıydı onun yaşamı… “Tavadan yer, kovadan içerim” derdi… Başında takkesi, kadı biçimi pantolonu, yeleğinden sarkan altın köstekler, gümüş savatlı Van işi tabakası, kehribar ağızlığı ve üzerinden yaz, kış çıkarmadığı pardösüsü … illaki sazıydı onu tamamlayan ve o sazını, sevgiliye sarılır gibi sararken türküler ağzından değil yüreğinden dökülürdü…

Her şeyi bıraktı belki ama sazını asla…

Ve o saz; boynu bükük, mahzun… kendisine; eski günlerin ihtişamını hatırlatacak, yeni nesil bir Sakman’ı bekliyor…

Foto: Kemal Soylu. 26 Mart 1987 yılında Yeni Meram gazetesinde yayımlanmıştır: Mazhar Sakman oğlu Tahir ile birlikte Âşık Şem'i'nin mezarı başında.


TAHİR SAKMAN