SANATA
ADANMIŞ BİR AİLE SAKMANLAR Bu
konuda asla mütevazı olmayacağım… Merhum
babaannem Vesile Sakman’dan gelen sanat geleneğini sürdürmenin onurunu hep
üzerimizde taşıdık ve “Konyalı” olmayı özel bir armağan olarak saydık, kabul
ettik… Şehrin
kültür ve sanat hayatına aile olarak kalıcı izler bıraktığımızın farkındayım. Yapış derler yapışacak bir dal yok Söyle derler söylemeye mecal yok Eller libas giymiş sorgu sual yok Bize Şam hırkasını yasak ettiler gibi
irticali, güçlü bir söyleyişe sahip olan babaannem Vesile Hanım, babam Mazhar
Sakman’ı yetiştirirken onu özgür bırakmış, enstrüman çalması için teşvik etmiş
ve parasını bizzat vererek ona destek çıkmıştır. Mazhar Sakman’ın lavtayla
başlayan müzik hayatı Konya oturaklarında şekillenirken bir oturakta polis
baskınıyla müsadere edilmesi nedeniyle babaannem ona dönemin beş lirasıyla ut
almış kendisini geliştirmesine imkân sağlamıştır. Konya oturaklarının
yasaklandığı dönemlerde yine bir baskında ut da gidince, Mazhar Sakman divan
sazına başlamıştır. Yüreğindeki türkü sevdası nedeniyle yine bir oturakta
baskın yemiş, saz müsadere edilmiştir. Ancak bu sefer devreye büyük ninem
Rahime Hanım girer ve karakoldan komiserin şaşkın bakışları arasında “Bu saz
benim burada ne arar ki” diyerek alıp götürmüştür. Olayı babam anlatırken komiserin
“Hacı Teyze, sen saz mı çalıyorsun?” diyerek kahkahalarla güldüğünü, bu sayede
sazı kurtardıklarını anlatmıştır.
Babaannem Vesile Sakman...
Akbaş
Mahallesi’nin oturak geleneği arasında yetişen babam aslında “Dağlara Hanım Ayşe’m”
türküsünü annesinden, “Nizamlar” türküsünü ninesinden geçecek kadar şanslıdır,
dönemin Konya’sı sanatla iç içedir… Konya
Erkek Muallim Mektebi’nden, oturak ve türkülere olan aşırı ilgisi nedeniyle
İzmir Muallim Mektebi’ne nakledilmiştir. Sonrası yine müzik… Askerde, Ankara
Mızıka Tatbikat Mektebi’ni bitirerek bando astsubayı olarak orduya katılır ve
uzun yıllar hizmet eder… Daldan
dala konan mizacı onu Samsun Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’ne çeker ve orada da
bando kurar, yine müzikle iç içedir. Uzun
yıllar sonra Konya’ya döndüğünde; Batı müziği yanı sıra Türk halk müziği ve
sanat müziğinde de ustalaşmış, birçok enstrümanı icra eden, nota bilen bir
müzisyen olarak kendini şehir folklorunun hizmetine vermiştir. Konya
türkülerinin 25 kadarını notaya alıp “Şehir Postası” gazetesinde yayımlamıştır. “Bütün
yaşantısını türküler üzerine kurmuş ve ömrünü türkülerimize adamıştır” desek
asla abartı olmayacaktır. Ailemizde
müzik geleneğini sürdüren ikinci isim Vedat Sakman ağabeyim olmuştur. Müziğin
evrenselliğinden yola çıkarak farklı bir branşta kendini geliştirmiştir. Aile
isminin ulusal bazda duyulmasını devam ettirmiştir. Önemli bestelere imza
atarken müziğinden ve duygularından asla taviz vermemiş daima “önce müzik”
demiştir. Kendisine
yakıştırılan “şehir ozanı” unvanını hak ederek üzerinde taşımış, sevgi ve barış
dolu şarkıları kalplerimizi titretmiştir. O daima işin mutfağında yer almış
kendisini hiçbir zaman ön plana çıkarmak için bir gayret göstermemiştir. Bir
dönem ülkemizi Eurovizyon şarkı yarışmasında Timur Selçuk’un “bana bana” isimli
şarkısıyla da temsil etmiştir. Bugün
ilerleyen yaşına rağmen (75) müziğimizin çınarları arasındaki yerini alarak 300'ü aşkın bestesiyle şarkısını söylemeye devam etmektedir. Ailede
herkesin çalıp söylediği bir ortamda bana da yazmak düştü… Önceleri çeşitli
enstrümanları kısa süreli çalsam da yazmanın verdiği coşku beni daha çok
cezbetti. Şehir kültürüne yayımladığım kitaplarla ve makalelerle katkı
sağlamaya çalıştım. 45 yılı aşan bir süreçte birkaç bin makaleye imza attım. Son üç yılda blog sayfamda yayımladığım makalelerin sayısı bugün itibariyle 591'e ulaşmıştır... Fiziksel
olarak yayımlanan 13 kitabıma ilave olarak 8 tane de dijital kitap eklemeyi
başardım. Oldukça hacimli iki ciltlik bir kitabım da yayım için gün sayıyor. Yaşamın rüzgârıyla kanatlanan yelkenlerimle, 67 yılın verdiği heyecanlarla koşmaya devam ediyorum... Kitaplarımın
hepsi Konya’dır… Konya’yı söyledim, Konya’yı yazdım… Hiç
kimseden bir beklentim olmadı, kendi çabalarımla şehre bir katkı sağlamaya
çalıştım ve daima “tek tabanca” olmanın getirdiği özgürlükle yazdım… Tıpkı
babam gibi, abim gibi hiç kimseye “eyvallahım” olmamıştır. Yaşadığım sürece yazmayı
sürdüreceğim ve başlayıp bitirmediklerimle ve proje halinde olanları da ölmeden
hayata geçirmeyi umuyorum. Kız
kardeşim Vesile… 50 yaşından sonra içindeki sanat damarları kabardı, Güzel
Sanatlar Fakültesi’ni bitirerek ikinci fakülte diplomasını da aldı, şimdi yüksek
lisans yapıyor. Yaptığı
resimlerin pek çoğu Konya temalı, müzik temalı… Çevre bilincine duyarlı ve
dünyayı gördüğü paletten yeni renkler keşfetmenin heyecanıyla çalışmalarını
sürdürüyor ve ailede tek ressam olmanın onurunu sürdürüyor. Eminim
Vesile, tıpkı babaannesi Vesile Hanım gibi titiz çalışmalarıyla adından çok söz
ettirecek. O da ailenin diğer üyeleri gibi bireysel bir kimlikle, mücadeleci
ruhuyla barışın ve sevginin kulvarında renkleriyle sonsuza yürüyecek… Biz
Sakmanlar… Sanata, kültüre hizmet etmenin kıvancıyla yaşadık, yaşıyoruz.
Gelecekte hangi Sakman ailemizin sanat geleneğini sürdürür bilmiyorum ama eminim
ki 3. ve 4.kuşak Sakmanlardan da genlerinde var olanı açığa çıkaracaklar
olacaktır.
19 Nisan 2019... Üç kardeş, soldan sağa; Tahir, Vesile, Vedat Sakman... Akbaş Mahallesi'nde köklerini anarken...
Biz
görevimizi yaptık… Bitti mi, tabii ki bitmedi; daha bestelenecek çok duygu var, yazılacak çok şiir var, tuallere yansıtılacak çok renk var… Seni
seviyoruz Konya… TAHİR
SAKMAN
SURETLERİN
ARKASINDAKİ SURETLER Yaşantımız
fotoğrafların solukladığı, solgun anılarda saklı… Ve
insan şekilden şekle girerken bire bir tanığı… Kişisel tarihinize eşlik eden
eden bir kare… hayatınızın bir anını donduran… Eski
fotoğraflara baktığım zaman ne kadar değiştiğimin farkına varmak da kolay
oluyor. Fotoğraf 80’li yıllardan… Şimdiki suretime baktığım zaman sanki bir yabancı
gibi geliyor bana… Hayatı
sürekli sorgularsanız, toplumun size dayattıklarıyla kendinizce de / kendinizle
de kavgalı olursanız herkesle hatta her şeyle sonuç bu olmalı; yüz hatlarınız
bile düşüncelerinizin şeklini alıyor bir müddet sonra… Biz
Mevlâna torunuyuz döneriz! Dönmekten
asla kaçmadım; yanlış olduğunu hissettiğim anda 180 / 360 derece keskin
dönüşler yaptım… asla tamam demedim hâlâ yanlış olduğumu düşünürsem yine
dönerim! Fotoğraftaki
Mehmet Tahir Sakman… Derviş Ozan mahlasıyla şiir söylediğim yıllardan kalma.
Bağlamayı merhum Yılmaz İpek ağabeyim 70’li yıllarda İzmir Basmane’deki
dükkânında hediye etmişti… Bugün
duvarımda asılı… asılan bağlamam mı yoksa ben miyim yoksa Derviş Ozan mı? Bu
suretimi de seviyorum… Şimdiki kadar olmasa da bayağı gençmişim!.. Şiir
de o dönemlerden kalan bir hatıra: TÜRKÜLERİM Anadolu’dan
Asya’dan Koşar
gelir türkülerim Bir
çağrıdır Selçukya’dan Coşar
gelir türkülerim Ezgileri
sevgi dolu Sevenlere
umut yolu Haykır
haykır Anadolu Taşar
gelir türkülerim Atadan
alıp nevbeti Türkü
söyler Türk Milleti Yıkılası
şu gurbeti Aşar
gelir türkülerim Neşemizi
kahrımızı Barış
dolu çağrımızı Kanayan
şu bağrımızı Deşer
gelir türkülerim Saz
döşünde güller biter Burcu
burcu hasret tüter Derviş
Ozan bir gün yiter Yaşar
gelir türkülerim DERVİŞ
OZAN (TAHİR SAKMAN) TAHİR
SAKMAN
EKMEĞİ
EKMEĞE KATIK ETMEK Ekmeği,
ekmeğe katık eden bir nesiliz biz… Siz
bunun tadını asla bilemezsiniz! Biz Konyalılar, ekmeği şöyle “yemeğe banarak”
yemezsek karnımız asla doymaz. Makarnanın, bulgur veya pirinç pilavının yanında
ekmek yemezsek karnımız nasıl doysun! Kocaman
bir somunu (o kocaman somun şimdi minnacık oldu) bir dilim peynirle veya bir
domatesi tuzlayarak yemeyi kesin biz icat etmişizdir. (Amerikalılar yetiştirmiştir
ama Konyalılar da yemesini bilmiştir!) Yani utanmasak etli ekmeği de ekmekle
yiyeceğiz! (Bunu şimdi icat ettim, günümüzün hayat pahalılığında epey işe yarar!) Yer
sofraları vardı eskiden; anam tertemiz bir örtü getirir odanın ortasına serer
üzerine tahta siniyi koyardı. Bir tas çorba veya yemek ne varsa tahta
kaşıklarla dalardık... Mutlaka tembih edilirdik hatta hafiften uyarılırdık
“ekmeğine katık et” diye… Bu uyarı, “az yemek, çok ekmek” demekti… Bizler
iki dünya savaşı ve Millî Mücadele’yi görmüş, şehit vermiş bir neslin torunları,
çocukları olmamız hasebiyle aslında bu gayet doğaldı. Az yemek, çok ekmek
yedirmişlerdi bize ama karşılığında özgür bir vatan bırakmışlardı… Ruhları şad
olsun… Çıraklık
dönemlerimizde İstanbul Caddesi’nin ara sokağındaki Anadolu Lokantası’na
giderdik öğlenleri kuru fasulye, pilav yemek için. Tabii önce başında
beklediğimiz adamın bir an önce yemeğini bitirip kalkmasını sabırsızlıkla
bekleyerek… Tencerenin başında İlyas Usta’nın gür ve neşeli sesi duyulurdu,
sanki yemek değildi pişirdiği; sevgiydi, saygıydı… “Bu
ne len! Az guru, az pilav çok ekmek!” İlyas
usta ne yapsın; bir tas çorbayla veya az kuruyla bir ekmek yiyen çıraklara,
kalfalara nasıl ekmek yetiştirsin?.. Tabii İlyas Usta işin şaka tarafındaydı,
rahmet olsun… Bu
şehir tahıl ambarıydı… umarım hâlâ öyledir! Tahıl
ambarı olmanın getirdiği bir ayrıcalıktı belki de ekmeği çok yemek… Hiçbirimizin
tandır ekmeğinden, yufka (şepit) ekmeğinden vazgeçemediği bundandır ama ne
hikmetse çarşı ekmeğini istediği kalitede yiyemez Konyalı… Son
dönemlerde ekmek çeşitleri çoğaldı, tam buğday, tam tahıl, çavdar, siyez
buğdayı, kepekli vs… Normal ekmeğin bir narhı var ama diğerlerinin bir
standardı olmamalı ki herkes kafasına göre bir fiyat belirliyor: Mesela
tam buğday ekmek bazı fırınlarda 20 liradan satılırken bazılarında 25 lira… Kepekli
ekmeklere boya konulduğu iddiaları vardı bir zamanlar, tam buğday ekmekte de
bazı fırınların ekmeklerinin rengi ne yazık ki farklı farklı çıkıyor. Kimseyi
zan altında da bırakmak istemem umarım fırınlarımız bu konularda da
denetleniyordur. Tandır
ekmeği ise şu an 25 TL’den satılıyor. Bir Konyalı olarak tam damak
tadımıza hitap eden bu ekmeği her zaman almak isterim ama 25 lira olunca insan
biraz değil çok düşünüyor… Bu ekmeği tandırlarda pişirmek oldukça zahmetli bir
iş, bu nedenle fiyatına bir şey diyemiyorum ve hak ettiklerini düşünüyorum. Üç
lira, beş lira ne olur ki demeyin çünkü ekmek her gün birkaç tane alınan temel
gıdamız, böyle olunca hesap tutmak şart oluyor. Belediyenin tam buğday ekmeğiyse
14 liradan satılıyordu ama şimdi “sağlık için tam buğdaya tam destek”
ismiyle bir kampanya yaparak tam buğday ekmeğin fiyatını 11 liraya indirdiler. İşte
halka hizmet budur… Karatay
Belediyesi bu konuda; halk sağlığına ve beslenmesine verdiği önem için alkışı
hak ediyor… Artık
tam buğday ekmeği, ekmeğimize katık edebileceğiz… TAHİR
SAKMAN
MAZHAR
SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 28 KARANFİLİM SAKSILARDA ÇANAKTA (ASLAN KARAM) Konya
oturaklarında okunan türkülerimizden olan bu türkünün metni şöyle: KARANFiLİM
SAKSILARDA ÇANAKTA (ASLAN KARAM) Karanfilim
saksılarda çanakta Bir
yâr sevdim şu karşıki konakta Aslan karam gel karam Fındıkları
kır karam Eller
yârini bulmuş Sen
de hava al karam Cevizin
çürüğü özünden olur Yâr
için ağlayan gözünden olur Aslan
karam gel karam Fındıkları
kır karam Eller
yârini bulmuş Sen
de benim ol karam Bir
taş attım pencereye tık dedi Bir
kız çıktı annem evde yok dedi Aslan karam gel karam Fındıkları
kır karam Eller
yârini bulmuş Sen
de benim ol karam
MAZHAR
SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 27 GÖZELCE'NİN KÖŞEDEDİR ODASI (SAFFET EFENDİ) Buram
buram Konya kokan türkülerimizden bir tanesini Mazhar Sakman 12 telliyle çalıp
söylerken Cenap Kendi utla, Kazım Büyükşalvarcı kanunla eşlik ediyor. 1800’lü
yıllarda yakılan ve Konya oturaklarında söylenmeye başlayan türkünün enteresan
bir hikâyesi var. Sahip Ata Caddesi, Gazezler Sokağı… “Cingenoğlu” ismiyle
bilinen fırınının karşısı… Bugün ayakta olan tarihi bir yapı var, olay bu
konakta geçmiş veya tam karşısında şimdi apartman olan yerde iki katlı kerpiç
bir evde yaşayan Hevayı (havai) Halil Ağa’nın evinde… Güzelliği dillere destan ve bu nedenle de “Gözelce”
lakabı takılan, Hevayı Halil Ağa’nın yeğenini kaçırmak için şehrin tanınmış nüfuzlu
ailelerinden birisi avenesiyle birlikte gece baskına gelirler… Hevai
Halil Ağa yeğeninin sabaha kadar savunur, vermez ama dolma tüfeğin dumanından
gözleri kör olur ve lakabı da “Kör Halil Ağa” olarak değişir. (Türkünün geniş öyküsünü
“Dünden Bugüne Konya Oturakları” kitabımda bulabilirsiniz.)
BUGÜN
GÜNLERDEN BALCAN Galiba
pazar diyecektim… Muhacir Pazarı’nın pazar günüydü bugün… Bilin
bakalım orada ne buldum? Hani
geçenlerde kaybolmasından korktuğumu yazdığım, yerli mor balcan karşıma çıkmaz
mı? 40 yıldan çok fazla dostluğumuz var, şimdi tam söylersem yaşım ortaya çıkar… Valla
dimem! Ama
pazar üzerine çok diyeceğim var: Pazarda
yerli üretim gördüğünüz zaman hani Ayşaplanın, Hatçabanın eliyle toprağın bağrını deşeleyerek, özenle gözlerinden yaş damlatır gibi (su faturaları malum)
sulayarak büyüttüğü avarları hemen alın… O lezzeti başka yerde asla
bulamazsınız, çünkü Ahmet amcanın, Mehmet dayının nasırlı elleri değmiştir;
emektir, terdir ve Konya toprağının bereketidir onları tatlandıran… Malum
biberimiz bile bal gibidir… Üçe
beşe bakmayın, ne isterlerse verin alın; çünkü artık yetişmiyorlar, her yıl gittikçe
azalıyor, üretimden düşüyorlar belki seneye bulamayacaksınız, bulduğunuz yerde
pazarlıksız alın… Bir
de Konya dışından gelenler var mesela Mut’tan getiriyorlar ve yerli biber diye
satıyorlar! Ama Konya toprağının lezzeti yok, benden söylemesi…
Mustafa
Sertoğlu… toprağın efendilerinden, öpülesi elleriyle yetiştirmiş, gözü gibi
bakmış Hasanköy’de (Şimdi mahalle diyorlar, ne değiştiyse?) küçük bir bahçesi
varmış orada yetiştirmiş. Aslen Çalmandalı ve toprakla haşır neşir olmaktan
belki, her yıl eşilen toprağa benzeyen yüzüyle ama hep gülerek (toprak gibi)
mallarını satmaya çalışıyor. Mor
patlıcan yetiştirmiş Konya’nın ata tohumundan… 60 yaşın verdiği hüzünle
titreyen sesi birden aydınlanıveriyor… “Yerli” diyor “yerli, bunlar doğal!”
Ah,
Mustafa abi ah! Senin gibi insanlarımızı uzakta değil çok yakın bir gelecekte
mumla arayacağımız bir gelecek artık çok uzak değil; toprağı yok ettikçe, suyu
kirlettikçe, bu doğa var ya bu doğa, intikamını acı bir şekilde alacak!.. Yerel
yönetimler diyorum bu insanlardan en azından pazarda işgaliye parası almasa göçer
mi? Hani park, bahçe yapıyorsunuz ya! Bu insanlara da arka çıksanız, Zafer’deki
zengin dükkânlarına harcadığınız paraların bir kısmını bu insanlara tahsis
etseniz? Yerli tohumlarımıza koruma ve standart getirseniz, bu insanların
ürettiklerini satın alıp değerlendirseniz? Ayşe
ninem titreyen elleriyle biber tartarken… Hatçaplam “salatalıkları daha yini topladım” derken… Tabii ki gurur duydum ama… Utandım dersem yalan olmaz… Mustafa
abi, eğilip doğrulmaktan beli tutulmuş… Bu insanlar yerli tohumlarımızın
kahraman koruyucularıdır… En
azından bizler satın alalım, pazarlık etmeden ki seneye aynı yerli biberi,
yerli salatalıkları, yerli fasulyeleri, yerli mor balcanı tekrar bulabilelim… Haydi
mahallenizde kaldıysa duvarları ak toprakla sıvalı bir kerpiç ev ve içinde
yaşayan bir nine varsa, Havvapla, Şerifapla, fark etmez ismi, onlar bizim
kahramanlarımız, mutlaka evin bir köşesinde tandır vardır, yoksa kesin maltız
vardır el yapımı… Söndürme kömürüyle yaktırın maltızı ve yerli mor
patlıcanlarımızdan götürün size imil imil ateşte pişecek bir balcan vursun…
Yerken parmaklarınıza dikkat edin… Onun
için demiştim “bugün günlerden balcan” diye… Bize
her gün balcan!.. Çok şükür bu sene de yerli balcan yemek nasip oldu… TAHİR
SAKMAN
KUMKÖPRÜ
BALCANI Bu
yazıyı 14 Temmuz 2021 tarihinde yayımlamıştım: Şimdi
semizotunu yazdım, domatesi, biberi yazdım; Kumköprü balcanını (patlıcan)
yazmasam olmaz! Bu
yazıyı okuyanların arasında eminim Kumköprü patlıcanından yapılma orta
(bütümet) yiyenler mutlaka çıkacaktır. Peki,
ya yemeyen varsa? Onlar
da şanslarına küssün; çünkü artık ne o Kumköprü kaldı ne de patlıcanı... hepsi
betona / ranta teslim oldu, hem de o bağlarda, bahçelerde o patlıcanı
yiyenlerin eliyle! Tabii
bu bir günde olmadı; önce şehir ırmağının suyunu kestiler ki avarlar
sulanmasın! Kuyularla sulanmaya çalışıldı bir süre ama kuyuların suyu her yıl
derinlere çekiliyordu. Su
bitti… avarlar susuz kaldı sonra ağaçlar kurumaya başladı; görünen buydu oysa
kurumaya başlayan topraktı, insandı... İnsanımıza
ne olduysa bir beton sevdasına kapıldı... hani o "nohut oda, bakla
sofa" evleri beğenmez olduk, katlara çıkmalıydık, çıktık, katlanmaya
başladık. Hâlâ
katlanmaya devam ediyoruz! Bağlar,
bahçeler arsa oldu, parsel oldu. Parayı bulmuştuk; "çarşıdan alırız iki
kilo patlıcan, yeriz" denilmeye başlandı; çarşıdaki patlıcanın yetişmesi
için toprağa ihtiyacımızın olduğunu unutarak… İşte
biz o gün yitirdik Kumköprü patlıcanını... yitirilen aslında patlıcan değil
topraktı! Kıyıda,
köşede yine vardır ama her yıl azalan toprak, intikamını bizden bir gün alır,
bunu da bilin ağalar! Konyalılar,
siz şimdi bana kulak asmayın, en yakın pazara gidin, yerli patlıcanlardan alın.
Aynısı olmasa da yakın lezzeti bulabilirsiniz. Bendeniz
közlemesini çok severim; üzerine bol Karapınar tereyağı sürülmüş sarımsaklı
közleme patlıcanlar benim favorimdir. Artık
siz orta mı yaparsınız yoksa musakka mı bilemem ama ikisi de lezizdir. Şimdi
size orta tarifi veremem; çünkü şeflere, gurmelere ayıp olur. Her ne kadar
bendeniz sonradan gurmeysem(!) de yakışık almaz ama şunu mutlaka söylemeliyim: Orta
yapmak için önce bir Konya kadınından el almak gerek; değilse yaptığınız
ortalar geçersizdir! Ayrıca maltız ateşinde imil imil pişmeli.. “Maltız
ne” diye sormayın, onu da siz bulun canım!
PATLICANA
MANİLER Sağım
solum dört bir yanım Çok
tatlıdır benim canım Başka
yerde aramam ki Kumköprü'de
patlıcanım Boşa
değil bu sözlerim Gelmezseniz
çok özlerim Sizin
evde buluşursak Patlıcanı
ben közlerim Asla
tutmaz benim ahım Yoktur
zaten hiç günahım Yemeklerin
içinde Patlıcandır
padişahım Sağı
solu her yanı Sana
verdim al canı Ömrüm
sana fedadır Kumköprü’nün
balcanı Ara
verin diyete Önem
verin niyete Musakkayı
yiyenler Kesin
gider cennete Patlıcanın
eyvahı Tutar
mı bilmem ahı Orta
yerken ölenin Affoluyor
günahı Kumköprü'de
eksinler Bir
yaz günü söksünler Mezarımın
başına Mor
patlıcan diksinler Fotoğraftaki
patlıcanlar her ne kadar yerli olsa da o bizim eski sivri uçlu mor
patlıcanlarla hiç alakası yok, domatesten sonra onları da kaybettik sanırım… TAHİR
SAKMAN
MAZHAR
SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 25 KETEN GÖMLEK DİZE DEK (MENELER) Konya’nın
Kafkaslardan göç aldığı yıllarda yakılmış olması kuvvetle muhtemel bir türkümüz…
Türkünün farklı şehirlerde “Nineler” diye okunan varyantları da mevcut. Bilindiği gibi Şirvan; Siirt ilimizin bir ilçesidir ayrıca Azerbaycan ve İran’da da aynı isimle şehirler vardır. Azerbaycan’dan veya İran’dan gelen Şirvanlı göçmenlere yakılan bir türkü olabilir. Keten
gömlek dize dek Gel
gidelim bize dek Sarılalım
yatalım İlkbahardan
güze dek (Aman aman) meneler Şirvanlı meneler Küp dibine oturmuş İnce(e)lekten un eler Keten gömlek dikili Nerden aldın bu dili Bu dil buranın değil İstanbul’un bir dili (Aman aman) meneler Şirvanlı meneler Küp dibine oturmuş İnce(e)lekten un eler Keten gömlek getirir Olduk gahir [kahır] götürür Zülüflerin bağlama Olduk minnet götürür (Aman aman) meneler Şirvanlı meneler Küp dibine oturmuş İnce(e)lekten un eler Bugün günlerden sali Elinde kiraz dali Gören
Maşallah desin Kimin var böyle yâri Aynı
türküyü Mazhar Sakman defterine şöyle yazmıştır; Kebabı ince doğra Geçerken bize uğra Benden başka yâr seversen Bilinmez derde uğra (Aman
aman) meneler Şirvanlı
meneler Küp
dibine oturmuş İnce elekten un eler Keten
gömlek dize dek Gel gidelim bize dek Sarılalım yatalım İlkbahardan güze dek (Aman
aman) meneler Şirvanlı meneler Küp
dibine oturmuş İnce elekten un eler Keten gömlek dikili Nerden aldın bu dili Bu dil buranın değil Yabanların bir dili (Aman
aman) meneler Şirvanlı meneler Küp dibine oturmuş İnce elekten un eler TAHİR
SAKMAN
ÇIKIP
ÇIKIP GELME Söz:
Tahir Sakman Müzik:
Doğan Zade Solist:
Hızır Ali Akmeşe Bağlama:
Alper Ekmekçi Kaval:
Yahya Çelebi Hangi
masalda kaldıysan… Hangi
rüzgârın serin yerinde ürpertilerle… çılgın gecelerin şafaklarında, yalnız
türkülere saklanan gözyaşlarında… Kal… Düşme
sabahıma, hayallerimi bıraktığım yerlerde, düşlerimi düşürdüğüm sensiz beyaz
bulutlar gibi günlerde, kal… Gelme…
gelip de beni eski sevdaların ateşine yakma; ben böyle yanmaktan mutluyum… Çıkıp
çıkıp gelme; yüz yılda bir gel, kabulümsün… ÇIKIP
ÇIKIP GELME Acılarda
ara beni bulursun Çıkıp
çıkıp gelme gelme n'olursun Yeni
bir aşkta teselli olursun Çıkıp
çıkıp gelme gelme n'olursun Yağmur
sonrası gökkuşaklarıyla Gecelerin
soğuk bıçaklarıyla Sevdaların
sıcak kucaklarıyla Çıkıp
çıkıp gelme gelme n'olursun Anılarım
saklı hepsi derinde Gecelerin
gizli kuytu yerinde Bugün
gelme sakın hatta yarın da Çıkıp
çıkıp gelme gelme n'olursun Yaşananlar
bitti yoktur eyvahım Gücenmedim
sana kalmadı ahım Hatırlatma
dünde kalsın günahım Çıkıp
çıkıp gelme gelme n'olursun Kuşlarla
uçarak hatta yel olup Gözündeki
yaşla coşan sel olup Sitemlerim
sana bana el olup Çıkıp
çıkıp gelme gelme n'olursun Arama
sorma yollarıma durma Eskisi
gibi gözlerinle vurma Dayanmaz
kalbim beni fazla yorma Çıkıp
çıkıp gelme gelme n'olursun TAHİR
SAKMAN
Büyük usta Rıfat Ilgaz, 2 Temmuz 1993 tarihindeki Sivas katliamından sonra çok üzülür ve "Yaşamla ölümün bir anlamı kalmadı" başlıklı bir yazı kaleme aldıktan sonra yazarlığı bırakma kararı alır.
Yaşadığınız ülkede, değerinizin bilinmezliğini bir kenara bırakın üstelik yakılıyorsanız ve bu yakılan insanların ülkenin önde gelen sanatçıları, edebiyatçıları olduğunu düşünürseniz...
Bazen çok düşünmüşümdür; niye yazıyorum, sanat, edebiyat, şiir, müzik niye? Sanat niye var?
Yaşantımın en anlamsız olduğunu düşündüğüm en karamsar zamanlarımda bile tutunduğum daldır sanat... Bazen değil çoklukla şiire tutunurum ve yaşam ışıklarını sunar yeniden.
Sanatı, sanatçıyı yakarsanız... sizin o yaktığınız ateşlerde bile sanatın gücü bin yıllara meydan okuyarak yeşerecek ve ışık olacaktır.
Üstat, katliamdan 5 gün sonra bu acıyla hayatını yitirir. Üstat, her ne kadar yazmama kararı alsa da eminim yaşasaydı yazmaktan başka çare olmadığını ifade edecekti...
Çünkü; sanat, edebiyat yaşam kadar değerlidir...
Aşağıdaki yazı ve fotoğraf Muhlis Akarsu sayfasından alınmıştır, lütfen ibretle okuyunuz...
TAHİR SAKMAN
"2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı Rıfat Ilgaz’ı çok derinden üzer. Olayların yaşanmasının ardından “Yaşamla Ölümün Bir Anlamı Kalmadı” adlı son bir yazı yazar ve yazarlığı bırakma kararı alır.
Katliamın acısına sadece beş gün dayanabilir ve 7 Temmuz 1993 günü de bedenen aramızdan ayrılır. Çok yakın dostu olan ve Madımak Oteli’nde hayatını kaybeden Asım Bezirci’nin de yanına defnedilir.
Usta ismin yazarlığı bıraktığı son yazısı ise şöyledir:
“Yaşamla ölümün bir anlamı kalmadı. Her şey yalama oldu!” Artık hiçbir şeye inanmıyoruz. Yaşama da inanmıyoruz. Artık yaşam yalama oldu. Evden dışarı çıkmamak mı lazım? Bizim aklımız ermez oldu. Asım benim çok eski dostum. Benim için yıllarca çalışıp değerli kitaplar yazan bir yazar.
Yazar, kitapları yalnız kendisi için yazmaz. Kitaplar birer sevgi derlemeleridir. Asım aylarca yıllarca benimle yattı, kalktı. İyi günlerimde gülmüş; hapishanelerde, kelepçelerde ağlamış. Gözlerinin önünde 81’de kelepçeliyim. Asım yanımda. Türkiye’de, yaşama da ölüme de inanmıyor. Asım Bezirci yaza yaza kayboldu gitti işte. İnsanca yapabileceğimiz tek şey, şimdi Asım’ı saygıyla anmak.”
Peki ya Nesimi Çimen… Acaba haberleri var mıydı otel önünde toplanan ve oteli yakanların Nesimi’nin ne kadar büyük bir ozan olduğundan, curası ile hümanizm felsefesi yaptığından? Hiç dinlemişler midir Nesimi’nin Barış Güvercini adlı türküsünü…”
Fotoğraf: Rıfat Ilgaz ve 1993 tarihinde suikaste uğrayarak öldürülen büyük gazeteci Uğur Mumcu ile bir arada.
Bu paylaşımda konusu geçen ve geçmeyen tüm değerlerimizi büyük özlem ve saygı ile anıyoruz."
Cehennemin kapılarını açık bırakmışlar... yok, bu benzetmeyi sevmedim, Antalya cennetten bir köşe ve oldukça sıcak... 40 derece civarı seyrediyor...
Turist sayısı düşük mü bilmiyorum ama Konyaaltı sahili bu aralar daha sakin... Yerli turist mi dediniz, haydi canım siz de, iyi bir karşılık sanki... Anladınız siz!
Ama bir şey var; ortalık emekli kaynıyor!
Hani her yıl Alman emeklilerini kıskanırdık ya, ellerinde buz gibi bira şişeleriyle denize karşı keyif çatan! Onlar yok bu sene?
Şayanı hayret bir şey!
Bizim Karakayalı Himmet burada! Yarmalı Hüseyin de... Mengeneli, Sedirlerli ne kadar emekli varsa burada!
Maaşlara... Mayışlara zam gelince hepsi soluğu Antalya'da almış...
Sıcaktan değil mayışlara yapılan zamdan mayışmışlar. Para yimeye gelmişler meğer... Aha vallaha şu ayağında şibidik terlikle... anaa üstelik sarı don giymiş ele güne karşı, hiç utanman mı len! Gonya'da giydiği yün takkayı da atmış tengerlek şapka giymiş... Bak hele bak, bizim Amet bu, vay gidi vay! Gonya'ya dönünce ben sana sorarım!
Sanırım sıcak başıma geçti... mayışmış kalmış, hülyalara dalmışım...
Mayışlara zam gelince mayışmışım..
Antalya'da tatili uzatmak için alın size bir neden daha: Haydi emekliler mayışın gari...
MAZHAR
SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 23 SARI LALE MOR MENEKŞE ZAMANI Konya
oturaklarının bu hoş türküsünü Mazhar Sakman 12 teliyle çalıp söylerken
kendisine udi Cenap Kendi ile kanuni Kazım Büyükşalvarcı eşlik ediyor. Kendilerini
ebediyete uğurladık ama ses kayıtlarıyla, çalıp söyledikleri türkülerle
yaşamaya devam ediyorlar.
Şehir
kültürüne önemli katkılar yapan bu üç müzisyenimize rahmet dilerken,
türkülerimizin daha nice yüz yılları göreceğini umuyorum; çünkü sesleri Konya
semalarında, Akyokuş’tan Konya Ovası’na doğru hâlâ yankılanırken, kalbimizde
sarı laleler ve mor menekşeler açmaya devam etmektedir. Türkülerimizin
ötesi yine türkülerimizdir… TAHİR
SAKMAN
KİRAZDAN
REZİDANS (YİNG GARİ) Son
siyasi gelişmeler, hayat pahalılığın nerelere geldiğini de örter oldu… Hiç
konuşmaz olduk… Gerçi
memlekette iyi şeyler de oluyor mesela kirazın kilosu 300 liraya düşmüş!..
Tanesi 10 liradan 6 liraya düşmüş gibi de algılayabilirsiniz. Eskiden
kiraz güzeli seçilirdi… kirazı bulsak seçeceğiz de… Ev
almak hayal diyorduk… artık vazgeçtik; hayallerimizi bile çaldılar… Kimler
mesela demeyeceğim onları zaten biliyorsunuz. Üç
yıldır bir daire radarıma takılı duruyor, satılmadı, satamıyor… İlk
fiyatı 4 milyon 800 bindi… Satılmadı, tabela kalktı… Geçen yıl 6 milyon 800 bin
olarak satışa çıktı yine satılmadı. Bu yıl yine satışa çıktı, fiyatı sıkı durun
8 milyon 500 bin… yazıyla da yazayım: sekiz milyon beş yüz bin… 8
yıllık 3+1 daire… duvarları altın olsa daha ucuz olur sanırım… Emlakçıların bu
fiyat spekülasyonunda ki rolü nedir çok merak ediyorum. Birisi afaki bir fiyat
yazıyor sonra herkes onu takip ediyor, örnek gösteriyor… Üzüm üzüme baka baka
kararıyor… Olan milletin hayallerine oluyor… Çalınmadık neyimiz kaldı ki? Delinmedik
bir kulağımızın arkası kaldı derdik eskiden, şimdi o da hayallerimizin kapsama
alanından çıktı… Dillerine
doladıkları bir “rezidans” lafı bir de “lüks” lafı var; içini dolduramıyorlar…
Rezidans ne demek diye sorduğumda verdikleri yanıtlara güler misiniz ağlar
mısınız; apartman girişindeki spotları gösteriyorlar… Ortalık rezidanstan
geçilmiyor… Bir de rezistans diyenler var (lütfen burada çok gülünüz)! Binanın
özelliklerinden haberi yok; kaç yıllık diyorsun kem küm, aidat diyorsun
bilmiyor… Ama komisyonu çok iyi biliyor hatta ezber… Komisyon oranlarına hiç
girmeyeceğim!.. Mesela
diyorum emlakçılar fahiş fiyat istenilen evleri satışa sunmasalar, gerçek
fiyatını söyleseler? Tamam ev almayalım da çadırda mı yaşasın millet? Kiralasın da demeyin sakın; çünkü yine
sıkı durun demin bahsettiğim sitede 3+1 eve 40 bin lira kira istiyorlar… Yani
iki asgari ücret… Asgari ücretlinin işi ne orada diyene kızarım; çünkü asgari
ücretle çalışanların da en az herkes kadar hakkı var… Bu arada hiçbir özelliği
yok bu dairelerin sıradan evler… İş
yok diyorlar, bu fiyatlara nasıl iş olsun? Satılmayan dairelerin fiyatını
sürekli yükseltiyorlar… Vatandaş çaresiz; bırakın ev satın almayı kiraya bile
yetişemiyor… Siz en iyisi kirayı boş verin kiraza bakın, kiraz yine yetişti imdadımıza!.. Hadi
gene iyisiniz; kiraz 300 lira… ying gari… TAHİR
SAKMAN