YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

31 Aralık, 2024

TAHİR(!) YILLAR



TAHİR(!)  YILLAR

Bir yıl, bir yıl daha...

Bizler mütevazı insanlarız. Fakirin tavuğu tek tek yumurtlarmış o misal işte, yılda bir, birer birer...  az olsun temiz olsun...

Aslında yıl mıl da yok, biz uydurmuşuz; neymiş efendim, dünya kendi etrafındaki dönüşünü tamamlayınca  bir yıl oluyormuş...

Ya bizler? Kendi etrafımızda günde kaç kez dönüyoruz haberiniz var mı?

Bir de fırıldaklar var tabii... onlar kendi etraflarında değil de ikbal, menfaat yalakalığı yapıp çıkarlarının ve onlara aracı olacak olanların etrafında dönenler... 

Bildiniz mi? Kafanızı kaldırın, etrafınızda o kadar çok var ki!

İnsanı merkeze koyup dönenler de var; sevginin, saygının, hoşgörünün, barışın ışığında dönenler var... Onların yolu, yolumdur.

Yeni yıl; tüm insanların sevginin, barış ışığında yürüdükleri, döndükleri yıl olsun.  İnsanın insanı sömürmediği, çocukların ağlamadığı, anaların güldüğü. ..

Ekmek hakkının adilce bölüşüldüğü yıl olsun... 

Sınırların kanla değil gülle çizildiği bir dünya olsun.  

Büyük küçük, görünen görünmeyen, canlı cansız tüm varlıklar mutlu olsun. Kalbimdeki sevgileri tüm canlarla paylaşıyorum, herkes, her şey mutlu olsun.

Musmutlu yıllar... Ve tabii ki "tahir" yıllar!

TAHİR SAKMAN

24 Aralık, 2024

HER SENE MUTLAKA


HER SENE MUTLAKA
 
Ben bunu hep yaparım…
 
Yılda bir kere mutlaka alırım; hani “alışmış kudurmuştan beter olur” misali, mutlaka her sene alırım!
 
İnanın dostlar, şartlar ne olursa olsun asla vazgeçmem hatta denilebilir ki benim hayatımın anlamı gibi bir şey oldu bu. “İki elim kanda olsa” derler ya, onun gibi bir şey, hiç sekmez… Hava şartları ne olursa olsun, ekonomik, siyasi vs. hiçbir şey beni bundan alıkoyamaz, mutlaka her yıl…
 
Yağmur çok yağmış, kuraklık olmuş, kar yağmış… hiç sorun olmaz, hiç aksatmam; bunca yıl hiç sekmedi, mutlaka alırım. Kendimi bildim bileli, bende alışkanlık mı diyeyim yoksa müptelası mı oldum… Her ne olduysa oldum ama her yıl mutlaka alırım, vallahi de alırım, billahi de… Beni uzaktan da olsa tanıyan hatta hiç tanımayan bile bilir bunu… Yılda bir kez alırım!
 
Orta Doğu’da savaş olsun olmasın, dünya yansa, ay tutulsa yine de vazgeçmem… nasıl bir şeyse bu; tutku desem değil, sevda desem hiç değil, yaşam gibi bir şey oldu benim için… İster kızın ister hoşgörün, ben bunu yılda bir kere alırım…
 
Bu da benim zaafım, yumuşak karnım, görmezden gelin ya da görün ne yapayım, istesem de istemesem de bile diyemem; isteyerek, güle oynaya, severek, mutlulukla alırım. Korkunç bir haz alırım. Aldığımdan ölmem ama bir gün alamazsam eminim mutlaka ölürüm, işte asıl siz o zaman korkun…
 
Yaşadığımın ispatıdır, bir yerlere çentik attığımın resmi vesikası gibidir… bunca yılın hatırı var; almışım alacağım kadar bu yıl da almayayım demem, yine alırım…
 
Kaç yıldır aldığımı unuttum, o kadar çok oldu ki artık saymaya üşeniyorum, milattan önce miydi ne, başlayalı?
 
Ben her yıl 24 Aralık'ta… mutlaka bir yaş alırım, her ne kadar bu yaş işleri yaş olsa da…
 
Her sene mutlaka…
 
TAHİR SAKMAN
 
 


 

21 Aralık, 2024

KİM YIKARSA YIKASIN

 

KİM YIKARSA YIKASIN
 
Bir süredir ilan panolarında görüyoruz: Ölünce beni kim yıkayacak?
 
Ya hu öldünüz de iş yıkamaya mı kaldı? Her nasılsa bir şekilde bir yıkayan bulunur… Asıl işiniz; insanı hayattayken insanca yaşatmak olmalı… Öldükten sonra beni kim yıkayacak, pöh…
 
“Ben varsam ölüm yoktur, ben yoksam ölüm de yoktur” diyor Epikuros Usta…
 
Haydi büyükleri anladık da gençleri, küçükleri korkutmanın, onların psikolojisini bozmanın ne âlemi var ki? Neye hizmet ediyorsunuz?
 
Bu dünya boş, bu dünya yalan… tüm hesaplarımızı öte taraf üzerine yapmaya kalkarsak; ortada ne bilimsel düşünce kalır ne çalışmak… İnsanın tüm geleceğini “ölünce beni kim yıkayacak” üzerine kurarsanız köle olmaya baştan mahkûmsunuz demektir.
 
Bu yüzden değil midir, mini mini bir devletin, kocaman kocaman anlı şanlı petrollü devletlere kafa tutması?
 
İnsanı nasıl yaşatırız, nasıl refah seviyesini yükseltiriz, adil paylaşımı nasıl gerçekleştirebiliriz bunu düşünmeliyiz. Çöplükten ekmek toplayan insanı belki de susturmanın bir yoludur; ölünce beni kim yıkayacak!
 
Yaşarken, bu adam ne yiyip içiyor diye düşünmediğiniz insanın, ölünce kimin yıkayacağını düşünmek!
 
Dünyası mamur olmayan bir insanın ahireti nasıl mamur olur ki? Şu kısa hayatında bile gün yüzü görmemiş bir insanın, sonsuz ebedi âlemdeki halini düşünemiyorum…
 
Boş verin bunları; ölünce sizi birileri yıkar ortada kalmazsınız, siz asıl yaşamaya ve yaşatmaya bakın…
 
TAHİR SAKMAN
 

20 Aralık, 2024

KONYA SOKAKLARI RENGÂRENK

 


KONYA SOKAKLARI RENGÂRENK
 
Mevlâna anma törenleri nedeniyle geçtiğimiz hafta şehrimiz eskisi kadar olmasa da yerli ve yabancı turistlerin akınına uğradı.
 
Farklı coğrafyalardan ve özellikle İran’dan gelen Mevlâna âşıkları, rengârenk giysileri ve davranışlarıyla aslında bize hiç de yabancı olmayan ama nedense sürekli eleştirdiğimiz davranışlarıyla renk kattılar.
 
Mistik dünyalarını şehrimizin sokaklarında sergileyen bu insanlara olan yaklaşımımız çoğu kez eleştirel oldu. Oysa Hz. Pir’in yaşadığı dönemde Anadolu’daki dervişlere bakarsak çok da farklı olmadıklarını hatta Hz. Pir’in cezbeye geldiği anda zamana ve mekâna aldırmaksızın sema yaptığını anlatır Mevlevî kaynakları…
 
Durum böyleyken bu insanların davranışlarını hafife almayı doğru bulmuyorum.
 
Mistik düşüncelere kendini adayan bu insanların, Hz. Pir’in asırlar öncesinden çağrısına yanıt olarak şehrimize gelmelerinden daha onur verici ne olabilir ki?
 
Uzun yıllarını mistik bir dünyanın içinde geçirmiş biri olarak gerek Uzak Doğu ve gerekse İslam tarikatlarının / yollarının aslında özünde çok da farklı olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Tasavvuf insanın özüne hitap eder ve eşyanın hakikatine, varlığın birliğine ulaştırmaktır amacı. Amaç da değildir aslında; çünkü, amaç da insanı yoldan alıkoyar…


Amerikalı, Reiju Masterim Don Becket ile birlikte...


 
Reiju eğitimi ve masterliğimi aldığım Amerikalı masterim / üstadım vardı; Don Becket… Konya’yı derken aslında Mevlâna’yı merak ettiğini söyleyince şehrimize davet etmiştim. Tesadüfe bakın ki o gün Amerikalı Mevlevî şeyhi Kabir Helminski’de şehrimizdeydi. Onları sevgili dostum Mevlevî ve rehber Üzeyir Özyurt’un Mevlâna Alanı’ndaki evinde tanıştırdım. Sonra yatsı namazı için kalkıldı… Masterim de bize katılmak istediğini işaret edince bana bakarak birlikte abdest aldık ve sonra namaza durduk…


Soldan sağa; Reiju Master Don Becket, Mevlevî Dedesi Nadir Karnıbüyük, Tahir Sakman, Mevlevî Şeyhi Amerikalı Kabir Helminski ve muhterem eşi... 


 
Dinler / inançlar bir aracıdır; nihai sonuç değildir.
 
İnsanlar neye inanırsa inansın veya isterse inanmasın bizim sorunumuz olmamalıdır. Asıl sorun inandığı düşünceleri size zorla empoze etmeye kalkmasıdır.
 
İçlerinde geçirdiğim uzun yıllar, Uzak Doğu disiplinleri dahil öğrendiğim tek şey hoşgörü ve sevgidir… Bu da Hz. Pir’in düşünce dünyasının temel taşıdır.
 
Sokaklarımızda rengârenk giysi ve davranışlarıyla şehrimize canlılık getiren bu insanların aslında bize hatırlattığı en önemli şey sevgiden başka bir şey değildir…
 
Ki bu da Hz. Pir’in bize, tüm insanlığa emanetinden başka bir şey değildir…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

12 Aralık, 2024

DÜNYA NE Kİ KONYA GİDER (SEYİT ABİ)

DÜNYA NE Kİ KONYA GİDER (SEYİT ABİ)


/ne zaman unutsam adını

ölüm gelir vurur tokadını/


demişim Seyit abiyi sonsuza uğurlarken…


Sonra eklemişim:


/bir dost gider dünya gider

dünya ne ki  konya gider/


Bir şehri koşulsuz sevmenin… aslında koşulsuz sevilen ne bir şehirdir ne bir mekân; o ulaşılamayan esrik bir sevgili gibi hasretiyle yanmanın marifetinde dökülen gözyaşıdır…


O hayalden öteye düşen bir sevgilidir; gözleri Samanyolu’dur, elleri ay ışığı…


Kimsecikler göremedi aslında; o, içinde yanan bir ütopyanın gönüllü kurbanı oldu…


Aranılan hangi Konya’ydı dersiniz?


Moğol vurgunu yemiş bir şehirden arta kalanlar… Sanat, edebiyat, kültür, folklor; illaki folklor, halkın… Konyalının bağrına ateş döken kelimelerden oluşan türküler…


"Emmiler emmiler Türkmen emmiler

Uzun entarili salma yenliler"


Kimdi bu emmiler, kimdi bu uzun entarili salma yenliler?


Tıpkı türküdeki gibi bir ütopyaydı bizim sevdamız; tıpkı Seyit abinin sevdası gibi baştan sona hayale dönen, gerçeğin hayale döndüğü, hayalin gerçeği yendiği bir ütopya bu…


Bu Konya hangi Konya?


Ne sizin gerçeğiniz ne bizim düşlerimiz… hepsi bir yalanın peşinde koşan vahşi taylar gibi… ne gözleriniz görebildi ne biz anlatabildik; bu Konya, Selçuklu’nun, Türkmenlerin yasıyla büyüyen, gecelerini oturakların çırıl çırıl türkülerinde harman edip savurmasıyla teselli aradığı şehir…


O şehir… “O şehir” demiştim naçizane:


/o şehir ki konya’dır

umutlarımın kurdudur

yurtsuzluğumun yurdudur/


Dokunmasınlar istedik sadece… düşlerimize, ütopyalarımıza dokunmasınlar istemiştik…


Selçuklu kültürünü aradık… Gevale Kal’ası düşerken… düşen Türkmen başlarıydı hey Konyalı! Yasını bile tutamadığımız… Oğuzlardı, bildiniz mi?


Boynumuzda Fatih’in fermanı… 


Sonrası bir suskunluktu… yüzyıllar sustu sonra bin yıllara mı geldi sıra?


"Kaleden kaleye urgan gererler

Atları çayırda yayan gezerler"


Yayan yapıldak yollara düştük… adım adım, santim santim aradığımız Selçuklu asırlarından bir esintiydi… 


Oysa biz çoktan gömülmüştük:


/kartal kanatlarımı 

gömsem de sokaklarına

yine de sana yenilmemişimdir/


Yenilmedik Seyit abi… Yenilsek de yenilmedik; sen, sırlı dağların efsunuyla büyüttüğün çiçeklerin kokularını bir tütsü gibi kokladıkça ve sundukça hayata hep yeniden… bize eskimek yakışmaz Seyit abi!


Türkmen emmilerin avazesi dolduruyor kulaklarımı ve ben sensiz, Gevale’de düşen Oğuz başlarının yasını tutarken, Miryokefalon’da sevinç yumağına dönüyor; içim cihana sığmıyor lakin Konya’ya sığıyor, çok garip:


/bir dost gider dünya gider

dünya ne ki  konya gider/


Dünyadan geçmişiz belki ama Konya’dan asla, asla Seyit abi asla, o emmilerin atları çayırlarda… Orta Asya steplerinden kopup gelen rüzgârlar bir gün yine esecek!


/dünya ne ki konya gider/


Sen gidersin Seyit abi, Konya gider…


TAHİR SAKMAN

 

06 Aralık, 2024

BU SEVDAYI AKLINIZ ALMAZ


 

BU SEVDAYI AKLINIZ ALMAZ
 
Yeri geldi kavga ettik; kavga ettiğimizin aslında kendimiz olduğunu bilmeden…
 
İçimizde kopan fırtınaları şehre bağladık ve şehir insanının gittikçe kozmopolit bir hale gelen yaşantısına bakıp… oysa şehrin ne günahı var ki?
 
Günahkâr olan, şehre yüklediğimiz anlamlardı; günahlarımızın cürmümüzü bile aşmasına bakmadan!




 
En güzel kavgamızı yine bu şehre verdik; yaşam adına, özlemlerimiz adına ve geçmişin değil aslında dünden bakıp geleceğin kavgasını verdik… En güzel şiirlerimizi bu şehrin hayallerimizdeki karşılığına söyledik; belki bir gün anlık bile olsa sevmekten vazgeçme düşüncesine kapılma korkusuyla…




 
Selçuklu’nun kadim zamanlarına adadık umutlarımızı… Moğol yangınları şehre yas düşürürken Sultan Alâaddin’in imdadını duyduk Kösedağ’dan… Sultanül Ulema şehrin ufuklarında belirdiğinde, Hz. Mollayı Rum’un nefesini tuttuk; avuçlarımızda ateş tutar gibi…




 
Yüreklerimiz ne zaman yangın ertesine dönse; taşına, toprağına sinen isimsiz dervişlerin sema sema tapşırmalarına susadık; kalbimiz, şehrin kalbine gömülürken…
 
Konya’nın antik çağlarından kopup gelen ikonaların izini sürerken bir baktık ki medusa her yerimizi istila… Bir Konyalı ah ederse, çavgın sazlar dile gelmez mi?
 
Şu Konya’dır asıl benim vatanım
Gel Konyalı iki kadeh atalım
 
Şehrin ruhu, ruhumuza yön verirken… bir ütopya da olsa Selçukyalı olmanın gururu:


Emmiler emmiler Türkmen emmiler
Uzun entarili salma yenliler
 
Başka yerde yaşamak değil bu; Konya’nın özüne, sözüne, sazına dökülüp gelen bir aşkın tezahürü… Ne o bizsiz ne biz onsuz… Bizsiz belki olur ama… şehri kim yazar, kim söyler destanını… Mahbub Efendi:
 
Ser encamı dillim eylesem tahrir
Nüsha-i kübraya derkenar olmaz
Ahvalimi bir bir eylesem takrir
Yazan katiplerde iktidar olmaz




 
Sonrası laf-ü güzaftır… Kavgamız ne kadar yamansa o kadar sevmişizdir biz bu şehri… bilek güreşi tutar gibi yürek güreşi tutmuşuz asırlar öncesinden:
 
Kara biber aş olmaz
Bundan ince kaş olmaz
Bundan ince kaş olsa
Konyalılar baş olmaz
 
Biz “baş” olmadık… bastığınız toprağın zerresinde gizlenmekti muradımız:
 
Peşkir aldım direkten
Bir ah çektim yürekten
Ben bu dertten iy’olmam
Hekim gelse Frenk’ten
 
Bu sevdayı yüreğinde taşıyan bilir; tozlu sokaklarını arşınlarken, kaldırımların jilet yüzünde yatan bilir; ayazını ömrüne katan bilir… Ah, Şem’i Baba ah:
 
Bülbülden bir nida… güllerimizi solduramayacaklar; bu şehrin sevdası bir kuru lafa sığmaz, sizin aklınız da almaz… Nasıl ki Şems’i, Mevlâna’yı almadığı gibi…
 
Ama… “yüreğiniz almaz” demedim… henüz!
 
TAHİR SAKMAN
 
 

05 Aralık, 2024

BİZİM KONYA VEYAHUT GEÇMİŞE SAYGI


 

BİZİM KONYA VEYAHUT GEÇMİŞE SAYGI
 
Modern hayat beraberinde birçok sorunu da getiriyor özellikle şehirleşmenin yoğun olduğu illerde…
 
Trafik kargaşası, hayat pahalılığı, ulaşım vs. … Bunların hepsini yaşayarak zaten görüyoruz. Sorunun çözümü aslında çok da zor değil; özellikle ulaşımda ama bunun planlamasını önceden yapıp tedbir alırsanız ve kaynaklarınızı doğru kullanırsanız…
 
Geçmişe dayalı bir yaşam kurmak isteseniz de zaten mümkün değil ama geçmişi size hatırlatacak tarihi eserlerin, ecdat yadigârlarının, yoğun şehirleşme nedeniyle de tahrip edilmesine de razı olmamalıyız.
 
Yani trafiği rahatlatacak diye… Yıllar önceydi; Avrupa’nın en büyük döner kavşağı diye lanse edilip Alâaddin Tepesi’ni döner kavşak olarak kullanmaya başlamıştık. O zamanlar bu kadar ağır bir trafik yükü elbette yoktu. Tramvayın döneceği bir yer bulamayınca… Farkında mısınız, koskoca Konya Ovası’na sığamadık!
 
Her yıl gittikçe artan ağır trafik yükünün yanına tramvayı da ekleyince…. Alâaddin zarar görmeye başladı, Alâaddin Camisi’nin portalındaki çökmeler vs. … Buna yeşil çimlerin sulanmasını da eklerseniz… Zaman zaman caminin restorasyona alınmasıyla şimdilik kurtarıyoruz ama nereye kadar? Tarihi tepenin etrafındaki eserlerin durumu da çok farklı değil; Karatay Medresesi, İnci Minare hepsi tehdit altında…




 
Tarihi eserlerin böylesine yoğun olarak bulunduğu bir bölgenin etrafından değil tramvay ve ağır trafik yükünün geçirilmesi, bisiklet trafiğine bile izin vermenin ecdat yadigârlarını gözden çıkarmakla eş anlamlı olduğunu düşünüyorum.
 
Tabii ki bu yetmezdi… Tramvay, Mevlâna Caddesi’nin ortasından geçirildi ve Selçuklu asırlarının şahidi, Hz. Pir’in ders verdiği İplikçi Camisi de bu ağır trafik yükünden nasibini almaya başladı.


Daha önce de birkaç kez dile getirmiştim… İplikçi Camisi’nin duvarındaki çatlakların büyüdüğünü bir ben mi görüyorum acaba?




 
Ne kadar yenilemeye tabi tutsanız… O tramvay, o ağır trafik yükü oradan geçtiği sürece tarihi eserlerin geleceğini görmek zor değil…
 
Elbette Konya gelişsin, elbette toplu taşıma araçları yaygınlaşsın… Tramvay geçirecekseniz, tarihi dokuya zarar vermeden yeni yollar açmalısınız, projeler geliştirmelisiniz. Şimdilik Mevlâna Türbesi’ne ve Selimiye Camisi’ne bir zarar vermiyor gibi görünebilir tramvay ama ya gelecekte? Onarılamaz hasarlar açıldıktan sonra mı tedbir alacağız?
 
Konya’yı seviyorsanız… gerçekten seviyorsanız, şehrin geleceğine yatırım yaparken geçmişine de saygı duymak zorundasınız…
 
Geçmişi olmayan, Selçuklu asırlarından iz taşımayan bir Konya, bizim Konya’mız değildir…
 
TAHİR SAKMAN
 

03 Aralık, 2024

goKonya… SONUÇ SIFIR OTUR YERİNE


 

goKonya… SONUÇ SIFIR OTUR YERİNE
 
Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından bir kampanya yürütülüyor. Kampanyada kullanılan özdeyiş (hani motto diyorsunuz ya; motto değil özdeyiş…) kültürel bir eleştiriye de zemin hazırlamasına neden oluyor…
 
Uzunca bir zamandır gerek internet ortamında gerekse şehirdeki ilan panolarında hatta otobüs ve tramvayların dış yüzeylerini kaplayan ilanlar görüyoruz: goKonya…
 
Go, İngilizcede gitmek anlamında… Yani Konya’ya gidin veya gidiyorum anlamında kullanılıyor sanırım bu özdeyiş, goKonya…
 
Ah, bu yabancı dil merakımız… Kendi lisanını umursamayıp başka lisanlarda özdeyiş arayan dünyadaki tek milletiz sanırım…
 
Türkçe gibi eşsiz bir dile sahipken yapıyoruz hem de bunu!
 
Yurt dışında yayımlayacaksanız elbette goKonya uygun ama ya yurt içinde? Konya’da, Türkiye’de İngilizce özdeyişle tanıtım yapmak da neyin nesi? Neyin reklamını yaptığınızın farkında mısınız?
 
GoKonya yerine gelKonya deseniz daha iyi olmaz mı? Hz. Pir’in çağrısına da uygun olur. Veyahut gezKonya, görKonya da diyebilirsiniz? Daha başka özdeyişler elbette üretilebilir; goKonya’yı da yurt dışında kullanabilirsiniz…
 
Türkçemize sahip çıkmak her Türk vatandaşının görevidir, kamu kurumlarından da bunu bekliyoruz… Selçuklu asırlarına başkentlik etmiş olan kadim şehrimizin belediyesinden daha duyarlı olmasını bekliyoruz.
 
Tabii sadece bu da değil; hatırlarsanız Kız Muallim Mektebi restore edildikten sonra “Taş Bina” ismiyle kullanıma açılmasını da daha önce defalarca yazmıştık (benden başka konuya duyarlı vatandaşlarımız da yazdı) hatta Kız Öğretmen Okulu mezunları, Başkanla da görüştü ama sonuç? Sonuç sıfır, otur yerine!
 
Selçuklu ecdadımızın bir eseri olan Hoca Hasan Camisi’nin restorasyon sonrası minaresindeki değişikliği de yazmıştık, şehir kültürüne duyarlı arkadaşlarımızla birlikte… Sonuç sıfır, otur yerine!
 
Keza önceleri halkın yaz akşamlarında nefes aldığı Konya Fuar’ı kapatıldıktan sonra Kültür Park ismiyle faaliyetini sürdüren ve günümüzde daha çok Suriyeli sığınmacıların buluşma noktası olan mevcut alanın asıl ismi olan “Dede Bahçesi” olması yönünde de daha önceleri yazmıştık…
 
Tarihi bir bahçe olan Dede Bahçesi sadece parkın içindeki kafeteryanın hizmet alanı olarak değil de tüm parkı kapsamasını ve park isminin “Dede Bahçesi” olarak aslına rücu edilmesini bekliyoruz ama… Sonuç sıfır, otur yerine!
 
İplikçi Camii’nin duvarındaki çatlak her geçen gün daha da büyüyor, haberiniz var mı? Daha önce de yazmıştık; sonuç sıfır, otur yerine!

Siz oturabilirsiniz ama ben oturmayacağım; hep ayakta ve sıfır almaya devam edeceğim...
 
En azından goKonya ile ilgili sonucun sıfır olmamasını diliyorum…
 
TAHİR SAKMAN