31 Aralık, 2024
24 Aralık, 2024
HER SENE MUTLAKA
HER SENE MUTLAKA
Ben bunu hep yaparım…
Yılda bir kere mutlaka alırım; hani “alışmış kudurmuştan beter olur” misali, mutlaka her sene alırım!
İnanın dostlar, şartlar ne
olursa olsun asla vazgeçmem hatta denilebilir ki benim hayatımın anlamı gibi
bir şey oldu bu. “İki elim kanda olsa” derler ya, onun gibi bir şey, hiç sekmez…
Hava şartları ne olursa olsun, ekonomik, siyasi vs. hiçbir şey beni bundan
alıkoyamaz, mutlaka her yıl…
Yağmur çok yağmış,
kuraklık olmuş, kar yağmış… hiç sorun olmaz, hiç aksatmam; bunca yıl hiç
sekmedi, mutlaka alırım. Kendimi bildim bileli, bende alışkanlık mı diyeyim
yoksa müptelası mı oldum… Her ne olduysa oldum ama her yıl mutlaka alırım,
vallahi de alırım, billahi de… Beni uzaktan da olsa tanıyan hatta hiç tanımayan
bile bilir bunu… Yılda bir kez alırım!
Orta Doğu’da savaş olsun
olmasın, dünya yansa, ay tutulsa yine de vazgeçmem… nasıl bir şeyse bu; tutku
desem değil, sevda desem hiç değil, yaşam gibi bir şey oldu benim için… İster
kızın ister hoşgörün, ben bunu yılda bir kere alırım…
Bu da benim zaafım,
yumuşak karnım, görmezden gelin ya da görün ne yapayım, istesem de istemesem de
bile diyemem; isteyerek, güle oynaya, severek, mutlulukla alırım. Korkunç bir
haz alırım. Aldığımdan ölmem ama bir gün alamazsam eminim mutlaka ölürüm, işte
asıl siz o zaman korkun…
Yaşadığımın ispatıdır, bir
yerlere çentik attığımın resmi vesikası gibidir… bunca yılın hatırı var;
almışım alacağım kadar bu yıl da almayayım demem, yine alırım…
Kaç yıldır aldığımı
unuttum, o kadar çok oldu ki artık saymaya üşeniyorum, milattan önce miydi ne,
başlayalı?
Ben her yıl 24 Aralık'ta… mutlaka bir
yaş alırım, her ne kadar bu yaş işleri yaş olsa da…
Her sene mutlaka…
TAHİR SAKMAN
21 Aralık, 2024
KİM YIKARSA YIKASIN
KİM YIKARSA YIKASIN
Bir süredir ilan
panolarında görüyoruz: Ölünce beni kim yıkayacak?
Ya hu öldünüz de iş
yıkamaya mı kaldı? Her nasılsa bir şekilde bir yıkayan bulunur… Asıl işiniz;
insanı hayattayken insanca yaşatmak olmalı… Öldükten sonra beni kim yıkayacak,
pöh…
“Ben varsam ölüm yoktur,
ben yoksam ölüm de yoktur” diyor Epikuros Usta…
Haydi büyükleri anladık da
gençleri, küçükleri korkutmanın, onların psikolojisini bozmanın ne âlemi var
ki? Neye hizmet ediyorsunuz?
Bu dünya boş, bu dünya
yalan… tüm hesaplarımızı öte taraf üzerine yapmaya kalkarsak; ortada ne
bilimsel düşünce kalır ne çalışmak… İnsanın tüm geleceğini “ölünce beni kim
yıkayacak” üzerine kurarsanız köle olmaya baştan mahkûmsunuz demektir.
Bu yüzden değil midir,
mini mini bir devletin, kocaman kocaman anlı şanlı petrollü devletlere kafa
tutması?
İnsanı nasıl yaşatırız,
nasıl refah seviyesini yükseltiriz, adil paylaşımı nasıl gerçekleştirebiliriz
bunu düşünmeliyiz. Çöplükten ekmek toplayan insanı belki de susturmanın bir
yoludur; ölünce beni kim yıkayacak!
Yaşarken, bu adam ne yiyip
içiyor diye düşünmediğiniz insanın, ölünce kimin yıkayacağını düşünmek!
Dünyası mamur olmayan bir
insanın ahireti nasıl mamur olur ki? Şu kısa hayatında bile gün yüzü görmemiş
bir insanın, sonsuz ebedi âlemdeki halini düşünemiyorum…
Boş verin bunları; ölünce
sizi birileri yıkar ortada kalmazsınız, siz asıl yaşamaya ve yaşatmaya bakın…
TAHİR SAKMAN
20 Aralık, 2024
KONYA SOKAKLARI RENGÂRENK
KONYA SOKAKLARI RENGÂRENK
Mevlâna anma törenleri
nedeniyle geçtiğimiz hafta şehrimiz eskisi kadar olmasa da yerli ve yabancı
turistlerin akınına uğradı.
Farklı coğrafyalardan ve
özellikle İran’dan gelen Mevlâna âşıkları, rengârenk giysileri ve davranışlarıyla
aslında bize hiç de yabancı olmayan ama nedense sürekli eleştirdiğimiz
davranışlarıyla renk kattılar.
Mistik dünyalarını şehrimizin
sokaklarında sergileyen bu insanlara olan yaklaşımımız çoğu kez eleştirel oldu.
Oysa Hz. Pir’in yaşadığı dönemde Anadolu’daki dervişlere bakarsak çok da farklı
olmadıklarını hatta Hz. Pir’in cezbeye geldiği anda zamana ve mekâna aldırmaksızın
sema yaptığını anlatır Mevlevî kaynakları…
Durum böyleyken bu
insanların davranışlarını hafife almayı doğru bulmuyorum.
Mistik düşüncelere kendini
adayan bu insanların, Hz. Pir’in asırlar öncesinden çağrısına yanıt olarak şehrimize
gelmelerinden daha onur verici ne olabilir ki?
Uzun yıllarını mistik bir
dünyanın içinde geçirmiş biri olarak gerek Uzak Doğu ve gerekse İslam
tarikatlarının / yollarının aslında özünde çok da farklı olmadığını rahatlıkla
söyleyebilirim. Tasavvuf insanın özüne hitap eder ve eşyanın hakikatine,
varlığın birliğine ulaştırmaktır amacı. Amaç da değildir aslında; çünkü, amaç
da insanı yoldan alıkoyar…
Amerikalı, Reiju Masterim Don Becket ile birlikte... |
Soldan sağa; Reiju Master Don Becket, Mevlevî Dedesi Nadir Karnıbüyük, Tahir Sakman, Mevlevî Şeyhi Amerikalı Kabir Helminski ve muhterem eşi... |
12 Aralık, 2024
DÜNYA NE Kİ KONYA GİDER (SEYİT ABİ)
DÜNYA NE Kİ KONYA GİDER (SEYİT ABİ)
/ne zaman unutsam adını
ölüm gelir vurur tokadını/
demişim Seyit abiyi sonsuza uğurlarken…
Sonra eklemişim:
/bir dost gider dünya gider
dünya ne ki konya gider/
Bir şehri koşulsuz sevmenin… aslında koşulsuz sevilen ne bir şehirdir ne bir mekân; o ulaşılamayan esrik bir sevgili gibi hasretiyle yanmanın marifetinde dökülen gözyaşıdır…
O hayalden öteye düşen bir sevgilidir; gözleri Samanyolu’dur, elleri ay ışığı…
Kimsecikler göremedi aslında; o, içinde yanan bir ütopyanın gönüllü kurbanı oldu…
Aranılan hangi Konya’ydı dersiniz?
Moğol vurgunu yemiş bir şehirden arta kalanlar… Sanat, edebiyat, kültür, folklor; illaki folklor, halkın… Konyalının bağrına ateş döken kelimelerden oluşan türküler…
"Emmiler emmiler Türkmen emmiler
Uzun entarili salma yenliler"
Kimdi bu emmiler, kimdi bu uzun entarili salma yenliler?
Tıpkı türküdeki gibi bir ütopyaydı bizim sevdamız; tıpkı Seyit abinin sevdası gibi baştan sona hayale dönen, gerçeğin hayale döndüğü, hayalin gerçeği yendiği bir ütopya bu…
Bu Konya hangi Konya?
Ne sizin gerçeğiniz ne bizim düşlerimiz… hepsi bir yalanın peşinde koşan vahşi taylar gibi… ne gözleriniz görebildi ne biz anlatabildik; bu Konya, Selçuklu’nun, Türkmenlerin yasıyla büyüyen, gecelerini oturakların çırıl çırıl türkülerinde harman edip savurmasıyla teselli aradığı şehir…
O şehir… “O şehir” demiştim naçizane:
/o şehir ki konya’dır
umutlarımın kurdudur
yurtsuzluğumun yurdudur/
Dokunmasınlar istedik sadece… düşlerimize, ütopyalarımıza dokunmasınlar istemiştik…
Selçuklu kültürünü aradık… Gevale Kal’ası düşerken… düşen Türkmen başlarıydı hey Konyalı! Yasını bile tutamadığımız… Oğuzlardı, bildiniz mi?
Boynumuzda Fatih’in fermanı…
Sonrası bir suskunluktu… yüzyıllar sustu sonra bin yıllara mı geldi sıra?
"Kaleden kaleye urgan gererler
Atları çayırda yayan gezerler"
Yayan yapıldak yollara düştük… adım adım, santim santim aradığımız Selçuklu asırlarından bir esintiydi…
Oysa biz çoktan gömülmüştük:
/kartal kanatlarımı
gömsem de sokaklarına
yine de sana yenilmemişimdir/
Yenilmedik Seyit abi… Yenilsek de yenilmedik; sen, sırlı dağların efsunuyla büyüttüğün çiçeklerin kokularını bir tütsü gibi kokladıkça ve sundukça hayata hep yeniden… bize eskimek yakışmaz Seyit abi!
Türkmen emmilerin avazesi dolduruyor kulaklarımı ve ben sensiz, Gevale’de düşen Oğuz başlarının yasını tutarken, Miryokefalon’da sevinç yumağına dönüyor; içim cihana sığmıyor lakin Konya’ya sığıyor, çok garip:
/bir dost gider dünya gider
dünya ne ki konya gider/
Dünyadan geçmişiz belki ama Konya’dan asla, asla Seyit abi asla, o emmilerin atları çayırlarda… Orta Asya steplerinden kopup gelen rüzgârlar bir gün yine esecek!
/dünya ne ki konya gider/
Sen gidersin Seyit abi, Konya gider…
TAHİR SAKMAN