YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

09 Eylül, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 37 MENTEŞELİ


MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 37 MENTEŞELİ 
 
Yıl 1917...Birinci Dünya savaşının en acımasız biçimde sürdüğü soğuk karlı bir kış gününde Konya’dayız... Hava soğuk mu soğuk. Sanki cephelerde devrilen yiğitlerin, Anadolu uşağının, Anadolu Türk’ünün makus talihini, kuru ayaz tez elden ulaştırırcasına gül benizleri bıçak gibi kesmede… Her evden bir asker, bazen iki, üç asker cephede vatan için kan veriyor, can veriyor ama toprak vermiyor; ta ki kanıyla sulamadan!.. Her evden bir gazi! Her evden bir şehit! Ama kızların, gelinlerin, anaların başı hiçbir zaman öne düşmüyor. Hepsinin dilinde bir ortak temenni, bir tılsımlı söz, bir dua; vatan sağ olsun!..
 
Günlerden Cuma… Uluırmak Ali Hoca Mahallesi Maraş Sokak’ta, iki katlı ahşap, çıkartmalı tipik bir Konya evinde, hummalı bir faaliyet göze çarpmakta. Ufak tefek; elli beş yaşlarında bir kadın, gelen misafirlere yer gösterip, izzet ve ikramda bulunuyor. Bir taraftan da ortada oynamakta olan torununu göz ucuyla devamlı kontrol ediyor. Nasıl etmesin ki! Oğlu Alişan’ın emanetiydi O! Emanetti ya! Alişan önce eniştesi Mahmut ile Balkan Harbi’ne gitmişti. Sağ salim dönmesine dönmüştü ama eniştesi Mahmut şahadet şerbetini içerek toprağa düşmüştü. Balkan Harbi dönüşü çok geçmemiş, bu sefer babası Ahmet Ağa ile kardeşi Rahmi ile birlikte Şam Cephesi’ne gönderilmişti.
 
Üç sene olmuştu gideli; üç sene... Alişan giderken bir buçuk yaşındaydı oğlu oysa şimdi dört buçuk yaşındaydı. Babasını görse tanıyabilecek miydi? Babası, dedesi, amcası cepheden dönebilecekler miydi? Gözleri bir an dolar gibi oldu, hemen torunu Abidin’i bağrına bastı. Oysa minik Abidin bir şeyden habersiz, gözlerinde bir soru işaretiyle ninesine bakıyordu... Kadın hemen kendini toparladı ve kutsal bir söz terennüm eder gibi mırıldandı; “Vatan sağ olsun!..”
 
Bu kadın “Uzun Kızların Alime” idi... Kısaca Alim(e) Hoca!.. Hocaydı ya! Anadolu kadının özgürlüğünü, iradesini, çalışkanlığını ve başarısını kanıtlarcasına meşhur Hoca Zeynel Abidin’den yıllarca ders almış, okumuş, okumuştu. Hem zaten torununa da hocasının ismini vermemiş miydi? Zeynel Abidin Hoca’dan icazet alıp kadınlara vaaz etmekteydi. Doğmaca söylediği ilahileri dillerde dolanıyordu. O Cuma da buz tutan kalpler, kürem kürem Alim Hoca’nın evine, feyz ve umuttan nasiplerine düşeni almaya gelmişlerdi.
 
Alim Hoca kadınlara sabretmelerini, Allah’tan ümit kesmemelerini öğütledi, Kur’an-ı Kerim’den cihatla ilgili ayetler okudu, onları tefsir etti...
 
Vaazın sonunda dua ettiler. Cephede yokluklarla savaşan Türk askeri için zafer dilediler. Zaten biliyorlardı ki Allah’ın yardımı Türk Ordusu’na er geç ulaşacaktı…
 
Biliyorlardı ki şehitler cennetteydi. Geride kalanlara sabır dilediler. Biliyorlardı ki şehitlere öldü denmezdi; dullara, öksüzlere başın sağ olsun demediler; vatan sağ olsun dediler.
 
Bütün kadınların kalbi sanki Alim Hoca’nın kalbiyle kenetlenmiş gibiydi. Hasretten, ayrılıktan inleyen gönülleri, Alim Hoca’nın her “vatan sağ olsun” temennisiyle bir teselli, bir umut, bir amin duygusu kaplıyordu...
Dua bitti fakat Alim Hoca coşmuştu. Kadınlara has ince berrak sesiyle, yanık yanık, gönlüne o anda doğuveren bir ilahi okumaya başladı;
 
Kadir Mevla’m defterime bak derse
Yerle göğün arasına çık derse
Cürmü isyan günahıma çok derse
Eyvah bana yazık bana vay bana
 
Aklar düştü benim siyah saçıma
Ben ağlarım günahıma suçuma
Koyacaklar kara toprak içine
Eyvah bana yazık bana vay bana
 
Kadir Mevla’m Arafat’a varırsa
Yüzüm kara beni anda görürse
Beratımı sol elime verirse
Eyvah bana yazık bana vay bana
 
İlahisini bitirince kadınlar ısrar ettiler tekrar okudu. Bir daha, bir daha okudu. Ta ki bütün kadınlar ezberleyip kendisine eşlik edene kadar.
 
Daha sonra herkes cüzünü çıkardı. Alim Hoca bütün kadınları tek tek okuttu. Bu arada vakit ikindiyi bulmuştu. Seccadeler serildi, Alim Hocanın imamlığında ikindi namazını kıldılar.
 
Namazdan sonra hanımlar Alim Hoca’nın elini öpüp hayır duasını aldıktan sonra izin isteyip ayrıldılar. Misafirlerini uğurlayan Alim Hoca, kocası Ahmet Ağa’nın emaneti olan kuşları yemledikten sonra, çıkartmalı odaya çıkıp, pencerenin önüne oturdu. Gün son ışığını da çekmek için acele ederken, sulu sepen (sepken) kar atıştırmaya başlamıştı.
 
Alim Hoca’nın içinde garip, anlayamadığı bir sıkıntı vardı. Rahat edemedi orada. Kalktı, bahçe tarafındaki pencerenin önüne adeta çöktü. Kar çevreyi yorgan gibi sarmıştı. Toprağın altındakileri düşündü bir an… Acaba kendi kocasını bir daha görebilecek miydi? Ya oğulları Alişan ile Rahmi’yi? Kim bilir şimdi neredeydiler. Minik Abidin ninesinin hareketlerini garip garip seyrederken, Alim Hoca torununu bağrına bastı. Hüzünlü gözlerinde bir damla kocası için, bir damla oğulları için yaş birikirken kendini toparladı. Yan bahçede maltızı söndürmeye uğraşan komşuları “Menteşeliyi” gördü. Derdini döküp rahatlamak istedi, pencereyi açtı, seslendi, seslendi! Dalga dalga kabaran duygularını Uşşak makamında dile getirdi:
 
Menteşeli Menteşeli
Deli oldum aşka düşeli
Üç yıl oldu yâr gideli
Kaldım evlerde yalınız
 
Derviş olsam giysem hırka
Kimsem yok ki versem arka
Gönderdiler Şam’a Şark’a
Çekilmez derdim yalınız
 
Evleri var içli dışlı
Çelenleri hüma kuşlu
Kalbim ağlar gözüm yaşlı
Kaldım evlerde yalınız
 
Evleri var yüksek bodam
Nerde kaldı benim kocam
Ak sakallı garip babam
Çekilmez derdim yalınız
 
Loras’tan bir bulut ağdı
Sulu sepen karlar yağdı
Yolcularım hanlarda kaldı
Kaldım evlerde yalınız
 
Asker yolu ikidir iki
Giydikleri potin teki
Benim guzum gelmez mi ki
Kaldım evlerde yalınız
 
İbrişimin telden midir
Muhabbetin candan mıdır
Bu ayrılık senden midir
Kaldım evlerde yalınız
 
Komşusu Menteşeliye derdini döken Alim Hoca, biraz rahatlar gibi olmuştu ama bu çok uzun sürmedi. Oğlu Alişan’ın künyesi, şehit annesi olduğunu müjdeleyerek geldi. Ardından gelini bu acıya dayanamadı, Alişan’ının yanına uçtu. Tek tesellisi, kocası Ahmet Ağa’nın ve diğer oğlu Rahmi’nin cepheden sağ salim dönmüş olmasıydı. Fakat bu sefer Anadolu işgal edildi. Alim Hoca kudretli hatipliğiyle milli uyanışa yardımcı oldu. Anadolu kadını, şahsında bayraklaştı ve vatanın kurtulduğunu gördü. Öksüz ve yetim torunu Abidin’i sevgi ve şefkat kanatları altına alarak hoş görü ile yetiştirdi. Torununun cura, ut, cümbüş çalmasına bile ses çıkarmadı, hatta teşvik etti. Oğlunu ve damadını verdi, fakat vatanını vermedi, vatanın sağ olduğunu görerek huzur içinde Hakk’a yürüdü.
 
Uluırmak Mezarlığı’na defnedilen Alim Hoca’nın mezar taşının olmaması nedeniyle, kesin ölüm tarihini bulamadık. Ancak kaynak kişilerin ifadesiyle 1943 yılında 83 yaşında öldüğünü tespit ettik. Dolayısı ile doğum tarihini 1860 olarak tahmin ettiğimiz Alim Hoca’ya rahmet dilerken, bugün hayatta olan torunu udi Abidin Özlüoğlu’na uzun ömürler temenni ediyoruz. (2001 yılında Konya Oturakları isimli kitabımda bu öykü yayımlandığı zaman Abidin Amca hayattaydı sonra onu da kaybettik, ruhu şad olsun.)  
 
TAHİR SAKMAN
Abidin Özlüoğlu...

Soldan sağa; Abidin Özlüoğlu, Mazhar Sakman...

Soldan sağa; Muhtemelen Cavit Ünyaylar, Vahit Bülbül, Mazhar Sakman, Karkınlı Kara, Abidin Özlüoğlu...



 
 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.