YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

03 Mart, 2025

DEĞİŞMEZ

 

DEĞİŞMEZ
 
Hayatımız ters orantılı sanki… Ramazan ayında bu daha da çok ortaya çıkıyor.
 
Oruçtan kastın; az yiyerek, az tüketerek, nefsi dizginleyerek, fakir fukarayı anlamamız olduğu söylenir…
 
Ama nedense, hep birlikte hurraaa… çarşı, pazar saldırırız… Gelsin; pastırmalar, sucuklar, tahinler vs…  Aslında çoğu zaman aldığımız ürünler (şimdilerde yanından bile geçemesek de…)
 
Haydi biraz alışverişi keselim de görsünler, o, ramazan geldi diye zam üstüne zam yapanlar… Etiketleri, faturaları biraz kontrol etse ilgili kurumlar zaten buna cesaret de edemezler ama…
 
Her şeyi ters anlıyoruz; oruç tutun, az yiyin denildiği zaman “iki öğüne beş öğün sığdırın, tıka basa yiyin” anlıyoruz…
 
Vicdanlarımızda da bir sorun var sanki… Vicdanlarımızı etiketlerimize yansıtmadıkça, alışverişlerimizde hakem yapmadıkça… daha çok ramazan feryat ederiz ve hiçbir şey değişmez maalesef ülkemizde; çünkü, senelerdir aynı şeyler yazılır, çizilir ama değişmez, kaderimizdir…
 
Kanıksamış olmalıyız; hani bir ramazan fiyatlar düşse sanırım çok şaşıracağız ve ramazan gelmemiş henüz diyeceğiz…
 
Yok, sakın şaşırtmayın bizi, kalbimiz dayanmaz, alıştık bir kere, zamlara devam…
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 

01 Mart, 2025

GÜZEL İNSANLAR GÜZEL RAMAZANLAR

 

GÜZEL İNSANLAR GÜZEL RAMAZANLAR
 
Şimdi ne yazayım size? Eski ramazanları mı?
 
Eski ramazanlardan artık söz etmenin çok da önemli olmadığını bu yıl iyice anladım… Her şey tabii ki değişiyor da mesele o değil!
 
Eskiden ramazanlarda, ramazan mânileri söylerdim. En son RamaZamname’yi söylemiştim… Eh, bu hayata da bunu söylemek gerekir. Arşivinizde yoksa blog sayfamdan e-kitap olarak indirebilirsiniz; çünkü gelecekte insanlar, bizim neler çektiğimizi bunu okuyarak hem de gülerek anlayabilecekler… umarım!
 
Eskiden… keşke eskimeselerdi; bir hoşgörü vardı. Bir sevgi seli vardı, akardı… O topun atılması bile başlı başına bir olaydı; biri Alaattin’de biri Sille’de… Sofra başlarında, oruçlu oruçsuz herkes huşu ile beklerken kalplerimizdeki sevgi, ilahi bir rahmetle birleşirdi sanki…
 
Siyasallaşmamıştık; iftar sofraları görgüsüzce gösteriş için kurulmuyordu; hiç kimse ellerinde sefertası, yanında fotoğrafçılarla kapıları çakmıyordu…
 
Ne anlatayım ki size? Neler kaybettiğimizi mi? Etrafınıza bir bakın; insanların birbirlerine bakışlarına bakın, hitaplarına bakın, alışverişlerindeki adaba bakın? Kılık kıyafetlerine, davranışlarına bakın anlarsınız… Şimdilerde özlenen, beklenen ne varsa eski zamanlarda hayatın olağan akışı içerisinde yer alıyordu ve doğaldı… Hani şöyle olsa, böyle olsa diyorsunuz ya, eskiden o dediklerinizin hepsi zaten vardı, yitirdik…
 
Babam, ramazandan önce ağzını yıkar, ramazan bitene kadar içmezdi. Günde iki cüz okurdu ki ramazan bitince iki kere hatim indirmiş olurdu. Enteresan mı buldunuz? Daha da enteresanı beni hep dindar ahbaplarına yollardı: Konya İslam Enstitüsü’nde Dinler Tarihi dersi veren Av. Hayri Bolay, dini müzik üzerine eserleri bulunan Doktor Ali Kemal Belviranlı, Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’nin kurucusu ve Müdürü Lütfi İkiz, ilk aklıma gelenler…
 
Küçücük bir çocuktum, bu insanlar beni ciddiyetle karşılarına alır sohbet eder, anlatırlardı… İnsanların yaşam tarzlarına kimse karışmazdı, dayatma diye bir şey, mahalle baskısı diye bir şey duymamıştık. Yaşam biçimleri farklı olan insanlar birbirlerine daima hürmet ederlerdi.
 
Sonra hep beraber siyasileştik… Sen oldu, ben oldu… İnananlar, inanmayanlar… iş o dereceye vardı ki aynı evin içinde evlat, babaya söz eder oldu. Dava vardı ve kutsaldı… Hatta öyle ki dava, dinin önüne geçmişti… Dava için bazı şeyler göz ardı edilir olmuştu.
 
Bize neler yaptılar neler…
 
Oysa biz hep birlikte mutluyduk, yarım somunu paylaşırdık iftar sofralarında… Herkes kendi yolunda yürürdü, birbirimizin ayıbını aramazdık, açık kapı varsa örterdik… Din, gerçekten Allah’ındı… Kula laf düşmezdi, kul kendini hâşâ yaratıcı yerine koyup hüküm vermezdi… İnsanlar birbirine yardım ederken meşrebine bakmazdı, insan olması yeterdi.
 
Mevlâna, Sadrettin Konevî, Nasrettin Hoca, Yunus Emre, Hacı Veyiszade gibi insanları yetiştiren bu topraklara sonradan siyaset musallat oldu… ve olanlar oldu…
 
Şimdilerde uyanmaya başladık… mı? Günde beş vakit ezanların gürül gürül okunduğu ülkemizde eksik olan neydi ki? Ezan mı yoktu yoksa oruç mu tutamıyorduk? Zekat verdiniz de karışan mı vardı?
 
Hatırladığım; eski ramazanlardan sadece sevgiydi, kardeşlikti… attıkları adımların altında bir karınca olabilir endişesiyle huşu içinde yürüyen insanlar… İnandıklarıyla yaşantıları bir olan insanlar… Her ne yapıyorsa, gösterişe yer vermeyen insanlar... İnsanlar inançlarında gerçekten samimiydiler.
 
Bu insanları alınlarındaki nurdan tanırdınız…
 
Ah, Konya ah! Nurumuz gitti, narımız mı geldi?
 
Ah, o güzel insanlar… güzel atlara binip gittiler ama hâlâ içimizde özlemleri var ve bir gün geri gelecekler; eminim…
 
TAHİR SAKMAN